YUSUF SÛRESİ
Mushaf’taki sıralamaya göre kitabımızın
12, nüzûl sıralamasına göre 53, birinci miûn grubunun 3. sûresi olan Yunus sûresi Mekke’de
nâzil olmuş olup âyetlerinin sayısı 111 dir.
“Rahmân ve Rahîm olan
Allah'ın adıyla”
Hamd yalnız ve yalnız
âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salât ve selâm
Allah’ın Rasûlüne ve Onun pak aile halkına ve ashabına
olsun. Rabbimiz bizden kabul buyur. Çünkü sen her şeyi işitensin, her şeyi
bilensin.
1. “Elif, Lam, Ra. Bunlar, gerçeği açıklayan Kitabın
âyetleridir.”
İşte bu harflerle başlayan bu
âyetler, bu sûre apaçık kitabın
âyetleridir. Kendisinin ne olduğunu apaçık bir şekilde kendisi açıklayan bir
kitabın gün kadar açık âyetleridir bunlar.
2. “Biz onu, anlayasınız diye,
Arapça bir Kur’an olarak
indirdik.”
Muhakkak ki biz onu anlayasınız
diye, akıllarınızı kullanasınız diye Arapça bir Kur’an
olarak indirdik. Bu kitabın Allah’tan geldiğini kavrayasınız diye. Allah’tan
gelme bu kitabın âyetleri üzerinde ciddi ciddi kafa
yorup onunla hayatınızı düzenleyesiniz diye. Kitap evrenseldir, kitap gelişinden
kıyâmete kadar tüm nesillerin kendisiyle sorumlu olduğu bir kitaptır ve bu kitap
sizin konuştuğunuz bir dille gönderilmiştir.
3. “Ey Muhammed! Biz bu Kur’an'ı vahy ederek, sana en
güzel kıssaları anlatıyoruz. Oysa daha önce sen bunlardan
habersizdin.”
Sana vahy ettiğimiz bu Kur’an’la sana
kıssaların en güzelini okuruz. Daha önce sen bu kıssadan habersizdin, haberi
olmayanlardandın. Allah bilgisi olmadan peygamberin ne bu kıssayı ne de başka
kıssaları bilmesi mümkün değildir. Mekke müşrikleri Rasulullah efendimizden İsrâil oğullarının Mısırda
yerleşmeleri kıssasını sordular ve böylece peygamberi imtihan etmek istediler.
İşte Rabbimiz kıssanın tamamen kendisinden olduğunu ve bu sûreyi Rasulullah efendimize vahy
etmesinden önce bu konuda hiç bir bilgisinin olmadığını vurgulayıverdi.
4. “Yusuf babasına: “Babacığım!
Rüyamda on bir yıldız, güneş ve ay'ın bana secde ettiklerini gördüm”
demişti.”
Hatırla, hani Yusuf babasına
demişti ki, ey babacığım, ben on bir yıldız, bir güneş ve bir ay gördüm ki onlar
bana secde ediyorlar.
Evet kitap Arapça’dır. Kitap Kur’andır. Kitabın Arapça olması, kitabın Cibril
aracılığıyla Rasulullah efendimize vahy edilmesi, kitabın içinde en güzel kıssanın Rasulullah efendimize anlatılması ve onun şahsında tüm
insanlığa hediye edilmesi. En güzel rüya Yusuf (a.s)’ın rüyasıdır. Gerçekten okuyup anladığımız zaman bize çok
büyük dersler verecek, bizi tüm kâinata etkin ve egemen olan Rabbimizin kaderi,
takdiri ve mutlak güç ve kudretiyle karşı karşıya getirecek. Bize hayata egemen
tek varlık olarak Rabbimizi tanıtacak. İşte bakın sûre kıssaların en güzeli olan
Yusuf aleyhisselâmın, babası Yakup aleyhis-selâm ve kardeşleriyle ilgili kıssasının gündemiyle
söze başlı-yor.
5. “Babası şunları söyledi:
“Oğulcuğum! Rüyanı kardeşlerine anlatma, yoksa sana tuzak kurarlar; zira şeytan
insanın apaçık düşmanıdır.”
Babası Yakub (a.s) dedi ki, ey oğulcuğum rüyanı kardeşlerine
anlatma. Yoksa sana bir tuzak kurarlar. Unutma ki şeytan insan için apaçık bir
düşmandır. Kardeşlerde kıskançlık özelliği vardır. Kardeşler, kardeşlerin
yükselmesini hazmedemezler, çekemezler. Kardeşler, kardeşlerinin kendilerinden
ayrıcalıklı özelliklerine tahammül edemezler. İşte oğlu Yusuf’un rüyasını
dinleyen, rüyasında oğlunun yükselişini gören ve öteki oğullarını çok iyi bilen
Yakub (a.s)’ın küçük
evlâdına tavsiyesi böyleydi. Oğlum, sakın bu rüyanı öteki kardeşlerine anlatma,
çünkü onlar seni kıskanarak sana bir tuzak kurarlar. Sana bir kötülük yapmaya
kalkarlar. Çünkü şeytan insan için apaçık bir düşmandır. Şeytan onları sana bir
kötülük yapmaya teşvik eder de onlar sana ilişmeye kalkışabilirler.
Öteki kardeşler büyüktü,
güçlüydü. Sayıları kabarık ve Yusuf küçüktü. Yusuf’un karakteri güzel, Yusuf’un
geleceği parlaktı. İşte görülen rüya bunu ortaya koyuyordu. Peygamberlik makamı
yorumladı rüyayı. Yakub (a.s) risâletle yorumladı rüyayı. Rüyada görülen güneş Hz. Yakub’du, ay Yusuf (a.s)’ın üvey annesi Yakub (a.s)’ın ha-nımıydı, yıldızlar ise, on
bir yıldız ise on bir kardeşti. Yakub (a.s) bunu
anlamıştı.
6. “Rabbin seni böyle rüyandaki
gibi seçecek, sana rüyaları yorumlamayı öğretecek; daha önce, ataların İbrahim
ve İshak'a nîmetlerini tamamladığı gibi sana ve Yakub soyuna da tamamlayacaktır. Doğrusu Rabbin bilir,
Hakîmdir.”
İşte bu rüyada gördüğün gibi
Rabbin seni seçecek, seni Rab-bin kendisine ayıracak,
seni elçi seçerek insanların en şereflilerinden, en seçkinlerinden kılacak. O
gördüğün rüya senin geleceğini gösterir. İleride Rabbin sana peygamberlik
verecek ve herkesi sana boyun büktürecek,
hadiselerin, haberlerin tevilini, olayların yorumunu, düşlerin, rüyaların
yorumunu, hayatın problemlerinin çözümünü, çözüm yollarını öğretecek. Rabbin
Alîmdir, Rabbin Hakîmdir. Allah her şeyi bilen ve hikmetle hükmedendir. Olmuşu
da, olacağı da en iyi bilen Allah’tır. Kimi elçi seçip şereflendireceğini, bu
işe en lâyık kimin olduğunu en iyi bilen Odur. Yusuf (a.s) Kerîm bir silsilenin,
şerefli bir soyun çocuğuydu.
Yusuf (a.s)’ın babası Yakub (a.s), Yakub (a.s)’ın babası İshak (a.s), İshak (a.s)’ın babası da büyük ata İbrahim (a.s) dır. Kerîm bir atanın
Kerîm bir torunu Yusuf (a.s) peygamber olacaktı.
7. “Andolsun ki, Yusuf ve kardeşlerinin olayında, soran-lara nice ibretler vardır.”
Muhakkak ki Yusuf ve kardeşleri
kıssasında soranlara, ibret almak isteyenlere âyetler, dersler, ibretler vardır.
Mekke’de ehl-i kitap kimsenin bilmediği, kendilerinin
de tam olarak bilmedikleri bu soruyla Rasulullah
efendimize gelmişlerdi. Ey Muhammed, anlat bize, İsrâil oğulları, Yakub çocukları Mısıra nasıl gitmişlerdir? diye sorarak onun
peygamberliğini imtihan etmek isterler. Bu konuyu içlerinde hiç bir bilen
yoktur. Güya kendilerince Rasulullah efendimizi
sıkıştıracaklar, peygamberin bilmediği, bilemeyeceği gaybî bir konuda ondan bilgi isteyerek onun maskesini
düşürecekler, peygamberi mars edecekler.
Söyle bakalım ey Muhammed,
İbrahim (a.s)’ın oğlu, İshak
(a.s)’ın oğlu, Yakub
(a.s)’ın oğulları, yâni İsrâil oğulları Mısıra nasıl
yerleşmişmişler? Ne işleri vardı onların Mısırda? Niye gitmişler, nasıl
gitmişler oraya? Bereketli toprakları, ataları İbrahim (a.s)’ın yurdu olan Filistin’i niye terk etmişlerdi? Bu iş nasıl
gerçekleşmişti? Onların hayatlarında neler olmuştu? Eğer gerçekten Allah vahyine
muhatap, Allah bilgisine açık bir peygambersen bütün bunları bilebilirsin.
Değilse bu gaybî bilgileri bilmene imkân yok diyerek
bu konuda ve başka konularda sordular.
İşte Rabbimiz onların
peygamberini zor durumda bırakmak, mat etmek için sordukları bu sorunun cevabını
son derece güzel bir şekilde, Ahsenü’l Kasas olarak ortaya koyuverdi. İşte
kıssa:
8,9. “Kardeşleri: “Biz
birbirimize bağlı bir topluluk olduğumuz halde, babamız, Yusuf'u ve kardeşini
daha çok seviyor. Doğrusu babamız apaçık bir yanılma içindedir. Yusuf'u öldürün
veya onu ıssız bir yere bırakıverin ki babanız size kalsın; ondan sonra da iyi
kimseler olursunuz” dediler.”
Hani bir vakitler Yusuf’un
kardeşleri şöyle demişlerdi. Yusuf ve kardeşi Bünyamin
babamıza karşı bizden daha sevimlidir. Yusuf ve kardeşi ifadelerinden
anlaşılıyor ki Yusuf ve kardeşi Bünyamin ana baba bir
kardeşler iken, diğer on kardeş bunların sadece baba bir kardeşleridir. O ikisi
babamıza daha sevimlidir. Üstelik biz onlardan daha güçlü ve kuvvetli olduğumuz
halde. Bizler kendi aramızda birbirine bağlı bir topluluk olduğumuz halde
babamız Yusuf’u ve kardeşini daha çok seviyor. Kabilenin yükünü bizler
çektiğimiz halde babamız bizi onlardan daha az seviyor. Böyle davranmakla
babamız apaçık bir yanılgı içindedir. Bizim gibi sorumluluk yüklenebilecek bir
durumda olan güçlü, kuvvetli oğullarını bırakır da nasıl onları sevebilir? diye
si-tem ediyorlardı. Ve bu problemi halletmenin bir yolu olarak da bir birlerine
şöyle dediler:
Yusuf’u öldürün, yahut da onu bir yere
atıp bırakın ki böylece babanızın yüzü, sevgisi sadece size yönelsin. Böylece
babanızın sevgisi, ilgisi size düşerse o zaman siz sâlihlerden olursunuz. Bu işi yaptıktan sonra döner yine
sâlihlerden olursunuz. Evet bir yandan Allah’ın haram
kıldığı bir eylemi işlemeyi düşünen, diğer yandan da Allah’a kulluktan
vazgeçmeyen bir ruh haleti sergiliyorlar. Bu ruh halini taşıyan insanlar günâhı
işleyecekleri zaman imanlarını bir kenara koyarak günâhı işlerler. Kendilerini
rahatsız eden vicdanlarını da tevbeyle rahatlatıp
sustururlar. Nasıl olsa tevbe ederim, Allah elbette
kabul eder derler. İşte Yusuf’un kardeşleri de aynı yola baş vuruyorlardı. Hele
şu önümüzdeki engeli bir kaldıralım, sonra tevbe eder
iyilerden oluruz diyorlardı. Aralarında bu konuyu tartıştılar
da:
10. “İçlerinden biri: Yusuf'u
öldürmeyin, onu bir kuyunun derinliklerine bırakın. Böyle yaparsanız yolculardan
onu bulup alan olur” dedi.”
İçlerinde bir sözcü dedi ki, Onu
öldürmeyin. Onu bir kuyunun derinliklerine atın. Böyle yaparsanız onu yolcular
alır. Oradan geçen bir kervan bir yitik lukata, bir
yitik mal olarak alsın. Eğer yapacaksanız böyle yapın ve ondan kurtulun dedi.
Diğerlerinden daha merhametliydi o kardeş. Ya da Allah
ona bu rolü oynatıyordu da küçük kardeşinin ölümüne razı olmuyordu. Kaderin
seyrine uygun bir teklifte bulundu. Çünkü Allah’ın takdirine göre Yusuf
ölmeyecekti.
11,12. “Bunun üzerine “Ey
babamız! Yusuf'un iyiliğini istediğimiz halde, onu niçin bize emniyet
etmiyorsun? Yarın onu bizimle beraber gönder de gezsin oynasın, biz onu herhalde
koruruz” dediler.”
Dediler ki ey babacığımız, sana
ne oluyor ki Yusuf’u bize emânet etmiyorsun? Yusuf konusunda bize niye
güvenmiyorsun? Oysa biz onun hakkında gerçekten samimiyiz. Biz onun iyiliğini
isteyenleriz. Bizimle birlikte koşsun, oynasın, gönlünce eğlensin. Biz onu
koruyup gözetiriz, ona göz kulak oluruz. Bizim onu muhafaza edeceğimizden
endişen olmasın, güven bize dediler.
13. “Babaları! “Onu götürmeniz
beni üzüyor; siz farkına varmadan onu kurdun yemesinden korkarım”
dedi.”
Yakub (a.s) dedi ki, onu götürmeniz
gerçekten beni üzer. Korkarım ki onu kurda yedirirsiniz. Ondan gafil olduğunuz
bir anda kurda yedirmenizden korkuyorum, endişeleniyorum. Koruyamazsınız da bir
kurt yer onu, bir kurt kapar.
14. “Andolsun ki, biz kuvvetli bir toplulukken kurt onu yerse,
biz âciz sayılırız” dediler.”
Dediler ki, andolsun ki biz güçlü kuvvetli olduğumuz halde, birini
kollayabilecek bir durumda olduğumuz halde onu kurt yerse o zaman biz zarara
uğrayanlardan oluruz. Biz kaybedenlerden oluruz.
15. “Yusuf'u götürüp bir kuyunun
derinliklerine bırakmayı kararlaştırdılar. Biz ona, kardeşlerinin bu işlerini
kendileri farkına varmadan haber vereceksin, diye vahy
ettik.”
Ne zaman ki onu alıp götürdüler,
onun hakkında kuyunun de-rinliklerine atmaya karar
verdiler. Biz de vahy ettik Yusuf’a kuyunun
derinliklerinde. Andolsun ki ey Yusuf, sen onlara bu
işi haber vereceksin. Andolsun ki kendileri
habersizken bu yaptıklarını onlara haber vereceksin. Onlar bilmiyorlar. Onlar
anlamazlar, onların hiç bir şeyden haberleri yoktur. Bizim Yusuf’u seçtiğimizi,
Yusuf’a değer verdiğimizi, Ona vahy ettiğimizi
bilmiyorlardı onlar. Onlar bir gün bu kuyunun seni nerelere taşıyacağını,
karşılarına nasıl bir konumda çıkacağını bilmiyorlardı. Seni kuyuya atma
cürümünün karşılığında başlarına nelerin geleceğini bilmiyorlardı. Aylar, yıllar
geçecek Yusuf bir gün karşılaşacak kendisini kuyuya
atan, kendisinden kurtulmaya çalışan kardeşleriyle. Bir gün gelecek haber
verecek onlara niçin oraya attıklarını. Soracak onlara sebep neydi diye. Evet
bunlar ileride başlarına gelecekti, ama şu anda onlar bundan habersizdiler.
Attılar kuyuya ve artık kurtuldular Yusuf’tan. Kurtuldular babalarının Yusuf’a
meylinden. Artık babaları tüm sevgisini kendilerine yönlendirecek. Onlarda tevbe edip
sâlihlerden olacaklar?
16,17. “Akşam üstü ağlayarak
babalarına geldiklerinde: “Ey babamız! İnan olsun biz yarış yapıyorduk; Yusuf'u
eşyamızın yanına bırakmıştık; bir kurt onu yedi. Her ne kadar doğru söylüyorsak
da sen bize inanmazsın” dediler.”
Bir yatsı vakti ağlaya, ağlaya
babalarına geldiler. İğrenç bir ağlamayla geldiler. Rol yaparak geldiler.
Riyakarca bir tavırla geldiler. İçlerinde Yusuf probleminden kurtulmanın
sevinci, ama dışarıdan da riyakarca bir üzüntüyle geldiler. Ağlamanın en
adisiyle, en çirkiniyle babalarının karşısına çıktılar. Arkasında kahkahalar
attıkları bir ağlamayla. Üzgün ve ağlamaklı bir edayla dediler ki, ey babamız
biz gittik ve yarış yaptık. Yusuf’u da yiyeceklerimizin, eşyalarımızın başında
bıraktık. Fakat Onu kurt yemiş. Gerçi biz sana doğruyu söyleyenlerden olsak da
sen bize inanmayacaksın.
Babalarının uydurdukları bir yalanla
kendilerine asla inanmayacağını da biliyorlar. Zira kendilerini bile
inandıramadıkları bir konuya bir peygamber olan babalarını inandırmaları elbette
mümkün olmayacaktı.
18. “Üzerine başka bir kan
bulaşmış olarak Yusuf'un gömleğini de getirmişlerdi. Babaları: “Sizi nefsiniz
bir iş yapmaya sürükledi; artık bana güzelce sabır gerekir. Anlattıklarınıza
ancak Allah'tan yardım istenir” dedi.”
Yusuf’un gömleğini yalancı bir
kanla getirdiler. Yalandan kan sürülmüş bir şekilde onun gömleğini getirdiler.
Bir başka kanla sürülmüş Yusuf’un gömleğini parçalanmamış bir vaziyette
getirdiler. Yusuf’u kurt yemişti ama gömleği parçalanmamıştı. Yusuf’unun gömleği
baba Yakub’un önünde duruyor. Dedi ki Yakub (a.s), bilâkis nefsiniz size bunu böyle gösterdi.
Nefsiniz sizi yanıltıp böyle bir şeye sürüklemiş. Bundan sonra bana düşen iş ise
sabrı cemildir, güzel bir sabırdır. Sizin bu düzdüklerinize, bu uydurduklarınıza
karşı Allah benim yardımcımdır. Ben Ona sığınıyor, Ona dayanıyor ve işimi Ona
havale ediyorum. O bu konuda en güzelini ortaya koyacaktır. Başka ben ne
yapabilirim dedi. Kadere teslim olmanın dışında elimden bir şey gelmez dedi.
Allah’ın kendisi ve oğlu hakkında belirlediği kadere razı olup teslimiyet ortaya
koyarak kendini, işini Ona bağımlı kıldı, Ona havale etti. Sabır budur zaten.
Allah’ın imtihan sorularına teslimiyet.
Resul-i Ekrem efendimizin bir
hadislerinde beyanıyla sadme-i ûlâda,
ilk sadmede kişinin sabretmesi sabr-u cemildir. Evin
yandı haberi, baban öldü haberi, oğlun öldü haberi kişiye ilk verildiğinde,
haberin ilk sadmesiyle karşı karşıya kaldığı anda kişinin sabretmesi sabr-u cemildir. Değilse bir ay geçtikten sonra ona sabret demenin anlamı kalmayacaktır.
İşte Allah’ın elçisi Yakub (a.s) bu haber kendisine
ilk verildiği anda yıkılmadı, dengesini kaybetmedi güzel bir sabırla
sabretti.
19. “Bir kervan geldi, sucularını
gönderdiler; sucu kovasını kuyuya saldı, “Müjde! İşte bir oğlan" dedi. Yusuf'u
alıp onu ticari bir mal olarak sakladılar. Oysa Allah yaptıklarını
bilir.”
Bir kervan gelmeliydi. Bir kervan
uğramalıydı oraya. senâryoyu böyle yazmıştı Allah. Takdir böyleydi. Bir kervan
rolünü oynamalıydı. Ve işte geldi kervan. Gönderdiler sucularını kuyuya.
Sarkıttılar kovayı. Su yoktu kuyuda. Ama olsun sarkıtılmalıydı kova kuyuya.
Bağırdı kovayı çeken adam, müjde, müjde işte bir oğlan! Güzel bir çocuk çıktı
kuyudan. Onu sakladılar, gizlediler. Bir ticaret metaı ola-rak sahiplendiler onu. Oysa Allah onların rollerini en iyi
bilendir.
20. “Onu yanlarında alıkoymak
istemedikleri için ucuz bir fiyata, bir kaç dirheme
sattılar.”
Yusuf’u yanlarında bulundurmak
istemediler de ucuz bir fiyata, sayısı belli bir kaç dirheme satıverdiler. Onlar
Onu pek önemsemediler. Çok az bir paraya ellerinden çıkardılar. Zaten ona pek de
istekli değillerdi. Evet kardeşlerinin kendisine ihanetlerinden sonra Yusuf
(a.s) artık pazarda satılan bir köleydi. Hem de satıcıları tarafından ki bunlar
artık kardeşleri midir? yoksa kervan mıdır? çok az bir değere satılmış küçücük
bir köledir. Allah tarafından seçilmiş, yüce makamlara doğru tırmanan Yusuf
insanların bilmediği bir hayatın içinde, kendisinin de bilemediği bir kaderin
içinde değersiz bir köle. Ama köle de olsa değerini bilenleri çıkaracak Rabbimiz
onun karşısına. İşte çıktı bile.
21. “Mısır'da onu satın alan
kimse karısına: “Ona güzel bak, belki bize faydası olur yahut da onu evlât
ediniriz” dedi. Biz işte böylece Yusuf'u o yere yerleştirdik; ona, rüyaların
nasıl yorumlanacağını öğrettik. Allah, işinde Hakîmdir, fakat insanların çoğu
bunu bilmezler.”
Mısırda onu satın alan Azîz dedi
ki karısına, ona güzel davran, ona iyi bak, ona ikramda bulun, onun yerini üstün
tut. Umulur ki bize bir yararı dokunur. Yahut onu evlât ediniriz. Yıllar sonra
Mısırdan, Firavunun zulmünden kaçarak Medyen’e gelen
Hz. Musâ (a.s)’ın kıymetini
bilip ona ikramda bulunan Şuayb (a.s)’ın kızları gibi. Allah, Yusuf (a.s)’ın karşısına da onun değerini bilecek, ona ikramda bulunacak
Mısırın Azîzini hazırlıyordu. Böylece Yusuf’u yeryüzüne yerleştirdik. Yusuf’u
dünya devletinin merkezine, dünya siyasetinin merkezine yerleştirdik ki böylece
o hadiseleri iyi görsün, olayları iyi tahlil etsin, devlet yönetimi konusunda
bilgi sahibi olsun. Toplum idaresini iyi anlasın. Rüyaların yorumunu, hayatın
problemlerini insanlara bildirsin. İnsanları çözümsüzlüklerden kurtarsın ve bunu
en güzel şekilde yapsın diye. Çünkü Mısır o günün dünyasında en büyük kültür ve
Medeniyet merkeziydi. Bu yüzden böyle bir ülkeyi yönetmek için bir eğitimden
geçmesi gerekiyordu. İşte bunun içindir ki Rabbimiz
onu bir devlet adamının evine yerleştirdi.
Varsın kardeşleri atsınlar kuyuya onu.
Varsın ondan kurtulduk diye sevinsinler. Varsın satsın kervandakiler onu
değersiz bir meta gibi. Varsın Mısır Azîzi bir köle diye satın alsın onu. Allah
ona değer vermekte ve onun için güzel kaderler ayarlamaktadır. Tüm işleri bilen,
düzenleyen Odur. Yusuf’un kaderi de, kardeşlerinin kaderi de, kervanın kaderi
de, Azîzin kaderi de, tüm dünyanın kaderi de Allah’ın elindedir. O Allah yaptığı
her şeyi bir hikmetle yapmaktadır. Dilediğini baş yapar, dilediğini zelil eder.
Onun iradesinin önüne hiç kimse ge-çemez. Ama insanların çoğu bunu bilmiyorlar, bilemiyorlar.
22. “Erginlik çağına erince ona
hikmet ve bilgi verdik. İyi davrananları böyle
mükâfatlandırırız.”
Ne zaman ki Yusuf rüştüne erdi,
ne zaman ki ergenlik çağına ulaşıp beden ve kuvvetinin kemal çağına ulaştı Biz
Ona hüküm verdik. Biz ona hüküm, hikmet ve bilgi verdik. Böylece onu muhsinlerden kıldık. İşte biz muhsinleri böylece mükâfatlandırırız. Allah’ı
görüyormuşçasına Ona kulluk yapanları işte böylece mükâfatlandırırız buyuruyor
Rabbimiz. Evet böylece Onu elçilerimizden yaptık. Biz ona hikmet ve ilim verdik
ifadesi ona peygamberlik lütfettik anlamına gelmektedir. Hüküm otoriteyi, gücü
temsil eder, ilim de vahyi temsil eder. Yâni halkın işlerini düzenlesin diye,
insanlar arasında adâletle hükmetsin diye
Biz ona güç kuvvet ve peygamberlik verdik diyor Rabbi-miz.
Evet olgunluk çağında genç ve güzel bir
delikanlı. Ülkesinden, ailesinden uzak diyarlarda bir ailenin evinde.
Yalnızlığı, gurbeti so-lukluyor. Bakın onu ilk imtihanı şöyle
bekliyordu:
23. “Evinde bulunduğu kadın onu
kendine çağırdı, kapıları sıkı, sıkı kapadı ve “Gelsene” dedi. Yusuf: “Günâh
işlemekten Allah'a sığınırım, doğrusu O Allah benim efendimdir; bana iyi baktı.
Haksızlık yapanlar şüphesiz başarıya ulaşamazlar”
dedi.”
Evinde bulunduğu kadın, efendisi
Azîzin karısı Yusuf’un sahibesi evinde Onun nefsinden murad almak istedi. Evinde Ondan faydalanmak, Ona sahip
olmak istedi. Kapıları sıkı sıkıya kilitledi ve haydi ey Yusuf seni istiyorum,
beri gelsene dedi. Yanıma gel dedi. Yusuf: Allah’a sığınırım! Çünkü O benim
Rabbimdir. O Allah benim hayat programımı, yaşam biçimimi belirleyendir. Ben
Rabbimin emir ve yasaklarına nasıl karşı gelip zâlimlerden olabilirim? O Rabbim
ki kardeşlerimin ihanetiyle bir köle olarak satıldıktan sonra beni böyle güzel
bir evde yerleştirerek bana ikramlarda bulunmuştur. Bana ikramlarda bulunan
Rabbime karşı ben böyle bir şeyi yapmaktan Ona sığınırım dedi.
Ya da
maazallah, senin kocan benim efendimdir. O benim velînîmetimdir. Kocan bana
güzel baktı. Yerimi güzel tuttu. Efendim bana değer verip iyilikte bulundu.
Allah korusun, ben ona nasıl ihanet edebilirim? Haksızlık yapanlar, zâlimler,
olmaması gereken yerde olanlar, yapılmaması gereken şeyleri yapanlar asla felaha
ermezler. Allah saklasın, onun iyiliğine karşılık ben böyle bir şeyi nasıl
yapabilirim? Ben nasıl zâlim ve nankörlerden olabilirim? dedi. Ama kadın çok
arzuluydu. Çok istiyordu Yusuf’u. Kararlıydı kadın, bu işi kafasına
koymuştu.
24. “Andolsun ki kadın Yusuf'a karşı istekli idi; Rab-binden bir
işaret görmeseydi Yusuf da onu isteyecekti. İşte ondan kötülüğü ve fenalığı
böylece engelledik. Doğrusu o bizim çok samimi
kullarımızdandır.”
Andolsun ki kadın Yusuf’a karşı çok
istekliydi. Eğer Yusuf Rabbinin burhanını, delilini görmeseydi, Rabbinin zinayı
yasaklayan deliline muttali olmasaydı O da o kadına yöneldi gittiydi. Kolay bir
şey değildi bu. Cinsel meyil sadece tenasül uzvunun meyli değildir. Cinsel arzu
tüm vücudun meylidir. Yâni 200 tonluk bir tırı yokuşta
durdurmaya benzer bu. Kolay değil Allah öyle bir ortamda bırakmasın hiç
birimizi. Genç bir insan ve karşısında da her şeyiyle kendisine teslim olmuş,
ısrarla kendisini zorlayan güzel bir kadın vardı. Bu kadın Onun sahibesiydi.
Onun elinde büyümüş, onun sarayındaydı Yusuf. Onun evinde ve onun odasında.
Kimsenin şüpheleneceği bir durum da yoktu. Karşı koymanın zor olduğu bir ortamda
bulunuyordu Allah’ın elçisi. Gençlik, fıtrat, istek ,arzu ve imtihan.
“Eğer Allah'ın size lütuf ve merhameti
bulunmasaydı, hiç biriniz ebedîyen temize çıkamazdı. Fakat Allah dilediğini
temize çıkarır. Allah işitir ve bilir.”
(Nur 21)
Evet eğer üzerinizde Allah’ın fazlı ve
rahmeti olmasaydı sizden hiç biriniz temiz olamazdı, temiz kalamazdı. Lâkin
Allah dilediklerini, temizleri, temiz olmak isteyenleri, temizlik isteyenleri
temizler, tezkiye eder. Çünkü Allah işitendir, bilendir. Kimin temiz bir hayat
istediğini, kimin namuslu bir hayatın peşinde olduğunu, kimin de günâh dolu,
pislik dolu bir hayatın cazibesine kapıldığını Allah en iyi bilendir. İnsanların
ne niyet taşıdıklarını, kalplerinde neleri tasarladıklarını, nelerden hoşlanıp
nelerden nefret ettiklerini en iyi bilendir. Ve onun için de kime takva,
temizlik vereceğini, kimi rezil ve rüsva edeceğini
bilendir.
Yâni öyleyse şu toplumda Şeytana
rağmen, Şeytan vahiylerine rağmen temiz bir hayat yaşayanlar, temiz kalabilenler
kesinlikle bilesiniz ki ancak Allah’ın lütfu ve
keremiyle bunu becerebilmişlerdir. Onun için bizler de sürekli Rabbimize
sığınmak, Ondan istemek, Ona yalvarıp yakarmak zorundayız. Ya Rabbi bizleri koru, bizden bu lüt-funu esirgeme. Ya Rabbi biz temiz olmak istiyoruz. Hanımlarımızla,
çocuklarımızla temiz bir hayat yaşamak istiyoruz. Şunu kesin biliyoruz ki bu
kadar pis insanların içinde sen temiz kılarsan, sen korursan ancak biz temiz
kalabiliriz. Sen bizi korursan biz korunmuş oluruz de-mek zorundayız. Temiz olmak, temizliği seçmek ve bu konuda
Allah’a sığınmak zorundayız.
Evet Yusuf (a.s) çetin bir imtihanla
karşı karşıyaydı. Ama Rab-bi koruyacaktı Yusuf’u.
Çünkü O seçilmişlerdendi. O yücelere doğru tırmanacak, yüceldikçe yücelecekti.
Onun nesebi Kerîmdi, tertemizdi. Atalarında böyle bir düşüklük yoktu. O İbrahim
oğlu, İshak oğlu, Ya-kub oğluydu. Allah’ın izni ve yardımıyla ayağı kaymayacaktı
orada. Atalarında olmayan bir iffetsizliğe düşmeyecekti. O kıyâmete kadar bir
iffet abidesi olarak Allah’ın kitabında örnek olarak kıyâmete kadar yerini
alacaktı. Kolay bir imtihan değildi bu, ama Allah’ın koruduğu başarabilirdi
bunu. Allah’ın koruduğu korunabilirdi bundan.
Rabbimiz buyuruyor ki işte Biz
böylece onu bu kötülükten koruduk, bu imtihandan yüz akıyla çıkardık, çünkü O
Bizim samimi kullarımızdandı. Muhlislerdendi. Hayatını Allah için yaşayan, Allah
yasalarına teslim olan kullarımızdandı. Şartlar tamamen Züleyha’nın lehine hazırlanmış da olsa Biz onu koruduk diyor
Rabbimiz. Allah’ın koruduğunu kim saptırabilir de? Allah’a samimi kul olanı kim
yoldan çı-karabilecek de?
İstediği kadar kardeşleri onu köle
olarak satsınlar. İstediği kadar sahibesi ona sahip olmaya çalışsın. Allah
koruduğunu koruyacaktır. İnsanlar rollerini oynayacaklardı, ama devrede Allah
vardı. Yusuf iradesi dışındaki Allah takdirlerine boyun büküyordu. Kardeşleri
tarafından kuyuya atılışına rıza göstermeliydi. Kervan tarafından satılmasına
razı oluyordu. Bunlar olacaktı, ama burada kadının kendisine sahip olmasına asla
rıza göstermemeliydi. Çünkü eğer o kadının arzusuna boyun bükseydi kaybedecekti.
Ama bu çetin imtihanı kaybetmeyecekti Yusuf. Kazanmaya devam edecekti. Belki bu
teslim olmayışının karşılığında Onu sıkıntılı günler bekliyordu. Zindan
bek-liyordu, mahrumiyetler bekliyordu. Ama ne olursa
olsun imtihanı kazanmalıydı. Allah’ın yardımıyla bu badirelerden alın akıyla
karşıya geçip başaranlardan olmalıydı.
Ve işte Allah korudu onu. Kimi
korumaz da Allah? Kendisine sığınan, her şart altında kendisine kulluğa azim
gösteren hangi kulunu, hangi müslümanı koruyup
kollamamış da Rabbimiz? Tarih bunun canlı örnekleriyle doludur. Kim Allah’ı
mutlak güç ve kuvvet sahibi bil-miş, kim güç
kaynağıyla irtibatını kesmemişse, mutlaka korunmuş ve başarıya ulaştırılmıştır.
25. “İkisi de kapıya koştu, kadın
arkadan Yusuf'un gömleğini yırttı; kapının önünde kocasına rastladılar. Kadın
kocasına “Ailene fenalık etmek isteyen bir kimsenin cezası ya hapis ya da can yakıcı bir
azab olmalıdır” dedi.”
İkisi de, Yusuf ta, kadın da
kapıya doğru koştular. Kadın Yusuf’un arkasından yetişip gömleğini arkasından
çekip yırttı, parçaladı. Gömlek yine gündemdeydi. Kardeşlerinin yalancı bir kana
bulayıp da babalarına onu kurt yedi, işte gömleği diye Yakub (a.s)’ın önüne attıkları
gömlek. Yusuf bir belâdan kaçarken kadının arkadan çekip yırtığı gömlek.
Evet, hemen koşarlarken tam
kapının yanında kadının efendisiyle karşılaştılar. Evin efendisiyle kapıda karşı
karşıya geldiler. Suçüstü bir pozisyonda yakalanan kadın hemen ileri atılıp dedi
ki, senin eşine fenalık düşünen, kötülükle yaklaşmak isteyen bir kimsenin cezası
nedir? Ya zindan, ya da
acıklı bir azaptan başka ne olabilir? dedi. Önce hapsi teklif ediyor. Çünkü
kadın istiyor ki Yusuf ölmemeli, öldürülmemeli. O hayatta olmalı ve gözünün
önünde olmalı. Bir gün elbette ona sahip olabilmeyi, ondan murad almayı hep düşlemeli. Hep onun hayaliyle, ona
kavuşmanın beklentisiyle yaşamalıydı. Çünkü gözü, gönlü Yusuf’tan başkasını
görmüyordu. Onun için önce zindan, sonra da ölümden söz etti.
O ortamda, o münâkaşa ortamında
elbette Yusuf tepkisiz ve sessiz kalmayacaktı. Ortada bir suçlama vardı. Masum
olduğu halde bir iftiraya kurban gitmesi söz konusuydu. Bakın Yusuf dedi
ki:
26,27. “Yusuf: “Beni kendine o
çağırdı” dedi. Kadın tarafından bir şahit, “Eğer gömleği önden yırtılmışsa kadın
doğru söylemiş, erkek yalancılardandır; şâyet gömleği arkadan yırtılmışsa kadın
yalan söylemiştir, erkek doğrulardandır” diye şahitlik
etti.”
Beni kendine çağıran odur. Bana
sahip olmayı o istedi. Senin karın benden faydalanmak istedi. O arzuladı bunu.
Ben asla böyle bir şeyi düşünmedim. Ben asla Rabbime ve sana ihaneti aklımdan
geçirmedim. Kadının ehlinden bir şahit de şahitlik yaparak dedi ki, eğer gömlek
önden yırtılmışsa kadın doğru söylüyor, Yusuf yalan söylüyor. Kadın kendisine
saldıran Yusuf’tan kurtulabilmek için mücâdele verirken onun gömleğini
yırmıştır. Saldırgan Yusuf’tur kendisini, namusunu koruyan da kadındır. Yok eğer
gömlek arkadan yırtılmışsa kadın yalan söylüyor, Yusuf doğru söylüyor. Çünkü o
zaman Yusuf kadından kaçmaya çalışmış ve kadın da onu arkadan kendisine doğru
çekerek gömleğini yırtmıştır dedi. Gerçekten çok hoş, çok nezih bir ifade. Ne
Yusuf ne de kadın aslında isim olarak geçmiyor.
Çok hoş bir çözüm. Öyle değil mi?
Eğer onu Yusuf zorlamış olsaydı bu işe kadının gömleği yırtılmalıydı. Arzulayan,
sahip olmak için zorlayan Yusuf olsaydı elbette kadında sıkıntı olması
gerekirdi. Ama yırtılan gömlek Yusuf’undu. Ama olsun burası saraydı. Devlet
eviydi orası. Koskoca bir sarayda, koskoca bir devlet reisinin karısı karşısında
Yusuf ne ki? Yusuf orada sadece bir köleydi. Elbette böyle bir durumda asil,
soylu bir kadın değil Yusuf suçlanmalıydı. Ortada bir suç varsa elbette ilk önce
Yusuf’un üzerinde düşünülmeliydi. Suçsuz bile olsa o suçlanmalıydı. Saray suçlu
olamaz ki. Devlet adamları suçlu olamazlar ki. Dokunulmazlar nasıl suçlu
olabilirdi? Halk karşısında devlet nasıl suçlu olabilirdi? Halk suçlu olur,
köleler suçlu olur, zayıflar suçlu olur. Evet Yusuf burada suçluydu. Potansiyel
suçluydu ama şahide göre de durum tamamen farklı.
28,29. “Kocası gömleğin arkadan
yırtılmış olduğunu görünce, karısına hitaben “Doğrusu bu sizin hilenizdir, siz
kadınların fendi büyüktür” dedi. Yusuf'a dönerek: “Yusuf! Sen bundan kimseye
bahsetme”; kadına dönerek: “Sen de günâhının bağışlanmasını dile, çünkü
suçlulardansın" dedi.”
Baktılar gördüler ki gerçekten gömlek
arka taraftan yırtılmış. Suçlu belliydi. Kadın suçlu, Yusuf suçsuzdu. Dedi ki
Azîz, Yusuf’un sahibi, bu sizin tuzaklarınızdandır. Bu siz kadınların
hilelerindendir. Muhakkak ki sizin mekriniz, sizin
tuzaklarınız, sizin fendiniz pek çetindir, çok büyüktür. Evet kadının tuzağı pek
azîmdir. Kitabımız bir başka âyetinde şeytanın mekri,
şeytanın tuzağı pek zayıftır buyuru-lurken, burada
kadınların tuzakları pek büyüktür deniyor. İşte bir kadının tuzağı Yusuf
(a.s)’ın geleceğini hazırlıyordu. Büyük tuzaklardan,
kardeş tuzağından geçen Yusuf bu tuzaktan da, kadın tuzağından da geçecekti. Ve daha tuzaklar devam edecekti.
Kadının kocası Yusuf’un suçsuz olduğunu
anlamıştı, ama ve-zir olmanın, devlet adamı olmanın
sorumluluğu ile olayı örtbas etmek istedi. Yusuf’tan da bu olayı unutmasını
istedi. Dedi ki ey Yusuf gel sen bu işten vazgeç, unut gitsin bu işi dedi. Sakın
bunu kimseye söyleme dedi. Ve sen ey kadın günâhkâr olduğunu anla ve istiğfarda
bu-lun, Af dile Allah’tan nedir bu yaptığın? dedi. Ama
dedikodulara engel olamadı. Vezirin karısı dillere düşmüştü.
30. “Şehirde bir takım kadınlar:
“Vezirin karısı kölesinin olmak istiyormuş; sevgisi bağrını yakmış; doğrusu onun
besbelli sapıtmış olduğunu görüyoruz” dediler.”
Şehrin ileri gelen kadınları,
saray çevresindeki kadınlar dedikodu yapmaya başladılar. Dediler ki, Azîzin
hanımı genç kölesine gönlünü kaptırmış. Kölesine sahip olmak istemiş. Kölesine
sevgiyle bağlanmış, onu çok sever olmuş. Olacak şey midir bu? Bir Azîzin karısı
nasıl böyle bir köleye gönül kaptırır? Gerçekten biz onu apaçık bir sapıklık
içinde görüyoruz. Böyle saygın bir kadın nasıl kölesine sahip olmak ister? diye
dedikoduya başlarlar. Bilmiyorlar ki o kadının nasıl bir halet-i ruhîye içinde
olduğunu. Bilmiyorlar ki Yusuf’un nasıl bir genç olduğunu?
31. “Kadınların kendisini
yermesini işitince onları dâvet etti; koltuklar hazırlandı; geldiklerinde her
birine birer bıçak verdi. Yusuf'a: “Yanlarına çık” dedi. Kadınlar Yusuf'u
görünce şaşıp ellerini kestiler ve “Allah'ı tenzih ederiz ama, bu insan değil
ancak güzel bir melektir" dediler.”
Kadın o kadınların kendisi
hakkında dedikodularını, kendisini kınamalarını, suçlamalarını işitince hemen
onlara haber gönderip dâvet etti. Bir yemek ikram etmek üzere evine, sarayına
çağırdı onları. Onlara güzel bir sofra
hazırladı, dayanıp yaslanacakları koltuklar hazırladı ve onlardan her birine de
birer bıçak verdi. Önlerindeki meyveleri soymak üzere birer de bıçak verdi
onlara. Kadınlar ellerindeki bıçaklarla meyveleri soymaya başladıklarında kadın
Yusuf’a der ki ey Yusuf çık onların karşılarına. Hepsinin görebileceği bir
mekânda Yusuf onlara göründü, öyle beğendiler, öyle yücelttiler ki Onu, öyle
hayran kaldılar ki Ona, öyle şaşırdılar ki Onu görünce heyecanlarından
ellerindeki bıçaklarla meyve yerine ellerini kestiler. Ve dediler ki hâşâ
lillah! Allah’ı tenzih ederiz, bu bir beşer
değildir. Bu bir insan değildir. Bu olsa, olsa Kerîm bir melektir, üstün bir
melektir dediler. Bir kere gördüler Yusuf’u. Ama Onun güzelliğine hayran kalıp
ellerini kestiler.
32. “Vezirin karısı: “İşte sözünü
edip beni yerdiğiniz budur. Andolsun ki onun olmak
istedim, fakat o iffetinden dolayı çekindi. Emrimi yine yapmazsa andolsun ki hapse tıkılacak ve kahra uğrayanlardan olacak”
dedi.”
Hedefine ulaşan kadın dedi ki
işte beni kınadığınız köle budur. İşte sözünü edip beni yerdiğiniz Yusuf budur.
Andolsun ki ben Onun nefsinden murad almak istedim. İşte bana laf söylediğiniz, beni
dilinize doladığınız manzara budur, ortam budur. Gördünüz işte. İşte benim gönül
kaptırıp sahip olmak istediğim Yusuf budur. Ben Ona sahip olmak istedim, ama O
iffetinden ötürü, namusundan dolayı çekindi. O tertemiz kaldı. Kendini benim
isteğimden korudu. Benim gibi güzel bir kadın karşısında iffetini muhafaza etti
O. Ama bundan sonra da emrettiğimi yapmazsa hapse girecek ve aşağılananlardan
olacaktır.
Kendisine kafayı takmış bir kadın,
kendisine baygın baygın bakan kadınlar ve onların
arasında iffet abidesi bir Yusuf. Saray, sa-rayın
şımarık erkanının tehdidi ve zindan. İşte imtihanların en zoru. Önceden olduğu
gibi sadece bir kadın değil artık bütün kadınlarla mücâdelesi başlıyordu
Yusuf’un. Çünkü Onu gören öteki kadınlar da Yusuf’a sahip olmayı planlayacaktı.
Çünkü Onun karşısında hayran olmamak mümkün değildi. O kadınlar için önemli olan
Yusuf’a sahip olabilmekti. Zaten Azîz’in karısının bu ahlâk dışı aşkını uluorta
o kadınların yanında ortaya dökmesi o günün Mısır’ının ahlâken sükutunu, iffet
ve namus anlayışını ortaya koyuyordu. Mısır sosyetesi bu durumdaydı.
Dikkat ediyorsanız öteki kadınlar
o kadına hiç bir şey demiyor ve onlar da Yusuf karşısında kendilerinden geçiyorlardı ve o kadın yerine kendilerini koyuyorlardı.
Evet şu anda bizim ülkenin sosyetelerinin de buna benzer yaptıkları
pisliklerinin yeni bir şey olmadığını anlıyoruz. Yeni ve ilericilik değildir bu
iffetsizlerin yaptığı şeyler. Çünkü kendilerinden binlerce sene önce de Mısırda
olup biten şeylerdi bunlar. Züleyha diyor ki, ben Onu
istedim, ama o benden kaçtı. Lâkin ben bu işin peşini bırakacak değilim. Eğer
benim arzuma boyun büküp teslim olmazsa O zindanı boylayacak ve kahra
uğrayanlardan olacak. Onun bu tehditlerini duyan Yusuf şöyle
diyordu:
33. “Yusuf: “Rabbim! Hapis benim
için, bunların istedik-lerini yapmaktan daha iyidir.
Eğer tuzaklarını benden uzaklaştırmazsan onlara meyleder ve bilmeyenlerden
olurum” dedi.”
Rabbim, benim için zindan
bunların beni çağırdıkları şeyden çok daha hayırlıdır. Zindan benim için
iffetimi kaybetmekten çok daha güzeldir. Bu kadınlar bana sahip olmaktansa,
Senin arzularını çiğnemektense, Sana karşı gelmektense ben zindana gitmeyi
tercih ederim. Eğer Sen rahmetinle bu kadınların tuzaklarından beni korumazsan,
bu kadınların tuzaklarını benden uzaklaştırmazsan korkarım ki ben onlara
meyledebilirim. Onlara eğilim gösterir ve cahillerden olurum. Ey Rabbim, ne olur
bana sahip ol, beni koru, bana yardım et. Beni onlara meylettirme. Bana fırsat
verme de ben böylece korunanlardan olayım.
Tüm sosyetenin onayını almış,
haklılığını ortaya koymuş ve arzularına teslim olmadığı takdirde kendisini
zindanla azapla tehdit eden bir kadının evinde. Kendisini tahrik edecek tüm
vasıtalar devreye sokulmuş. Her taraftan kendisine pusular kurulmuş, şeytan da
peşindedir. Tüm şartlar Onu bu işe zorlamaktadır. Ama ne gam Yusuf sığınılacak
makamı bilmiştir. Dövülecek hacet kapısını bilmiştir. Tam bir teslimiyetle dua
dua Allah’a yalvarıp yakarmaktadır. Rabbim, Sen beni
bilirsin, Sen benim yaratıcımsın, ben zayıfım, aleyhimdeki bu tahriklerin benim
dayanma gücümü aşmasından korkuyorum. Böyle her an kaybetme ihtimalimin
bulunduğu bir ortamda bulunmaktansa zindanı tercih ederim
diyordu.
34. “Rabbi onun duasını kabul
etti ve kadınların tuzağına engel oldu. Zira O, işitir ve
bilir.”
Rabbi Ona icâbet buyurdu. Onun
duasını, yalvarışını kabul edip Ondan onların tuzaklarını giderdi. Onu onların
tuzaklarından korudu. Allah’ın koruması sonucu hiç bir kadın Ona sahip olamadı.
Ne Azîzin hanımı, ne de diğerleri. Kendisine pusu kuran tüm vasıtaları etkisiz
bıraktı Allah. Önceleri kendisine sahip olmak isteyen bir tek kadın vardı, ama
şimdi hepsi Onun için yanıp tutuşuyordu. Ama Rabbimiz koruyuverdi onların
tümünden Yusuf’u. Allah her şeyi işiten ve bilendir.
35. “Sonra kadının ailesi
delilleri Yusuf'un lehine gördüğü halde, onu bir süre için hapsetmeyi uygun
buldu.”
Evet işte bunca alâmet, bunca işaret
açığa çıkıp Yusuf’un mâsumluğu herkesin gözünde açığa çıktığı halde hakim
güçlerin yasası, devlet yönetimi, kadınlarına sahip olamayan idareciler Yusuf’u
suçladılar ve Onu zindana attılar. Çünkü bu skandal tüm ülkeye yayılmış ve
devlet adamlarının itibarını tehlikeye sokmuştur. Onun için saraylılar,
idareciler kadınlarının yaptıklarını örtbas etmek için Yusuf’u zindana atmakta
buldular çareyi. Kadınlarını kontrol altında tutmanın en kestirme yoluydu bu.
Bunun için hukuk ayaklar altına alınmalıydı. Devlet idarecilerinin suçlu
gördükleri insanların sorgusuz sualsiz zindanlara atılması Medeniyet kadar
eskidir. Günümüz zâlimlerinin Mısırdakilerden hiç bir farkları
yoktur.
Zindan mazlumların sığınağı. Zindan
zâlimler için karanlık, vahşi, ürpertici
ama mazlumlar için aydınlık yolun başlangıcı. Zindan şirke düşme tehlikesiyle
karşı karşıya kalanlar için Allah’a ve Cennete açılan bir
kapı.
36. “Hapse, onunla beraber, iki
genç daha girdi. Biri, “Rüyamda şaraplık üzüm sıktığımı gördüm” dedi; diğeri
“başımın üzerinde, kuşların yediği bir ekmek taşıdığımı gördüm” dedi. “bize bunu
yorumla; senin iyi bir kimse ol-duğunu
görüyoruz”
Evet Onunla beraber iki genç daha
zindana girmişti. O iki genç, iki zindan arkadaşı Yusuf’a geldiler ve her ikisi
de ayrı ayrı rüyalarını anlattılar. Onlardan birisi
dedi ki, ben rüyamda kendimi üzümden şarap sıkar gördüm. Diğeri ise, ben de
kendimi başımın üzerinde kuşların yediği bir ekmek taşırken gördüm. Başımın
üstünde taşıdığım ekmekten kuşlar yiyorlardı. Ey Yusuf bize bunu yorumla, bize
bunun tevilini haber ver. Biz seni muhsinlerden,
iyilik yapanlardan görüyoruz dediler.
Evet iki zindan arkadaşının rüyalarını
Yusuf (a.s)’a sormaları, onun hakkındaki bu şehadetleri, seni muhsinlerden
görüyoruz ifadeleri, Yusuf’a itaat tavırları ortaya koyuyor ki Yusuf zindanda
büyük bir saygınlık kazanmıştır. Gerek dışarıda, gerek içerde Onun mâsum olduğu
yayılmıştı. İffetini korumak için gösterdiği o büyük mücâdelesi herkes
tarafından biliniyordu.
37. “Yusuf: “Sizin rızıklanacağınız bir taam size gelmez-den önce ben sizin
sorduğunuz bilgileri vereceğim. Bu Rabbimin bana öğrettiği bir bilgidir. Ben,
Allah'a inanmayan ve âhireti inkâr eden, bir milletin
dinini bırak-mışımdır.”
Yusuf dedi ki ben Allah’a
inanmayan, âhiret gününe inanmayan, âhiret gününü hesaba katmadan yaşayan bir milletin dinini,
yolunu, hayat programını terk ettim. Allah’ın ve âhiretin hesabının kâfiri olan bir toplumun dinini terk
ettim. Ve ben:
38. “Atalarım İbrahim, İshak ve Yakub'un dinine uydum.
Allah'a her hangi bir ortak koşmak bize yaraşmaz; bu, Allah'ın bize ve insanlara
olan lütfudur; fakat insanların çoğu şükretmez”
dedi.”
Atalarım İbrahim’in, İshak’ın, Yakub’un dinine, yoluna,
hayat tarzına uydum, tâbi oldum. Benim dinim, babam Yakub, Onun babası İshak ve Onun
da babası İbrahim’in dinidir. Bizim Allah’a bir şeyi ortak koşmamız mümkün
değildir. Allah’a şirk koşmamız, hayatımızın bazı alanlarında Allah’tan
başkalarını dinlememiz, Allah’tan başkalarını söz sahibi kabul etmemiz bize hiç
bir zaman yakışmaz. Biz yaşadığımız hayatın her alanında yalnızca Allah’ı
dinlemek, yalnızca Allah’ı razı etmek, yalnızca Allah’a teslim olup, yalnızca
Ona kulluk edip Ona hiç bir yetki sınırlaması getirmemekle emrolunduk. Allah’ın sıfatlarını, Allah’ın yetkilerini,
Allah’ın otoritesini, hâkimiyetini hiç kimseye vermemekle emrolunduk. Ve bu Allah’ın bize ve tüm insanlara bir fazlı,
bir lütfudur, ama insanların pek çoğu şükretmiyorlar.
Allah’ın verdiklerini Allah’a kulluk yolunda kullanmıyorlar. Kendilerine
lütuflarda bulunan Rab’lerine kulluğa yönelmiyorlar.
39. “Ey mahpus arkadaşlarım! Ayrı
ayrı bir sürü uydurma Rab’ler mi daha iyidir, yoksa
her şeyden üstün tek Allah mı?”
Ey zindan arkadaşlarım, tek olan,
Kahhâr olan, mutlak güç kuvvet sahibi olan, kendisini
reddeden düşmanlarını kahretme, onlardan intikam alma kudretine sahip olan,
göklere ve yere egemen olan Allah mı hayırlı, yoksa birbirinden ayrı ayrı dünyalarda, ayrı özelliklerde kabul edilen tanrılar mı?
Allah mı daha hayırlı yoksa şu Onun berisinde Ona şirk koştukları varlıklar mı?
Yâni ilk bakışta din bu kadar açıkken, Allah bu kadar ayan beyanken böyle bir
sorunun sorulmaması gerekir diye düşünüyor insan değil mi? Bu şuna benzer: Yemek
mi daha hayırlı, yoksa dayak mı? Yemeği mi tercih edersiniz, yoksa dayağı mı?
Olur mu bu? Sorulur mu hiç bu? Yâni hiç yemekle dayak yan yana gelir de aklı
başında bir adam dayağı tercih eder mi? Ama kimi beyinsizler bunu tercih
ediyorlardı. Allah’tan başkalarını Allah’tan daha hayırlı görüp onlara kulluk
ediyorlardı da Yusuf onlara soruyordu.
Söyleyin bakalım, Allah mı daha
hayırlı, yoksa Onun berisinde, Onun dûnunda tanrı bilinen varlıklar mı? Bir
tarafta tek olan, Kahhâr olan, kahredici olan Allah,
diğer tarafta sizin şu anda tanrı bildiğiniz âciz varlıklar. Hangisi hayırlı?
Hangisine kulluk daha hayırlı? Bir tek olan Allah’a kulluk mu daha hayırlı,
yoksa birden çok ilâhlara kulluk mu?
Bir adam düşünün ki bir tek
Allah’ı razı etmeyi bırakmış da pek çok ilâhları razı etmeye yönelmiş. Bir tek
Allah’a kulluğu bırakmış farklı farklı istekleri,
farklı farklı özellikleri olan pek çok tanrıya kulluğa
yönelmiş. Yâni sadece bir tek kimsenin kulu, kölesi değil. Efendisi bir tek
değil. Bir tek efendinin hizmetinde değil. Hem de birbirine zıt, birbiriyle
çekişen efendilerin hizmetkarı durumunda. Onun hakkında, onun üzerinde birbirine
ortak olan sahipler var ki onlar onu mütemadiyen çekiştirip duruyorlar. Böyle
bir adam düşünün. Bir de yine başka bir adam
düşünün ki bir tek efendisi var. Bir tek efendiye teslim olmuş. Bir tek
kişiyi memnun etmeye çalışıyor. Şimdi söyleyin bu iki kişi durum olarak, konum
olarak hiç birbirine eşit olur mu? Bu iki tip insanın hali birbirine benzer
olabilir mi?
İşte aynen bunun gibi efendisi, Rabbi
bir tek Allah olan, sadece Allah’a kul köle olan, sadece Allah’a teslim olan,
sadece Onu dinleyen, sadece Onu razı etmeye çalışan, sadece Onun emirlerine
boyun büken kimse Rabbinin, efendisinin kendisinden ne istediğini bilmekte ve
sadece Ona hizmet etmektedir. Sadece Onu memnun etmeyi düşünmektedir. Rabbini
razı ederken acaba başkalarını da razı edemeyecek miyim? gibi bir korkusu, bir
endişesi yoktur. Çünkü onun sorumlu olduğu efendisi, hesaba çekicisi tek bir
Allah’tır. Ama bir de kendisi hakkında, hayatı hakkında söz sahibi bir çok
varlık, bir çok efendisi bulunan adamı
düşünün. Pek çok şürekası, pek çok rabbi olan ve her biri bir tarafa çeken, her
biri farklı şeyler isteyen, her biri farklı bir yerlere asılıp duran ilâhların
arasında kalmış ve onların hiç birisini razı edemeyen, birini memnun ederken
ötekileri küstüren kalbi, hayatı parça parça olmuş bir
adam düşünün.
Bir taraftan Rabbinin, diğer
taraftan putların, tâğutların, modanın, çevrenin,
âdetlerin, törelerin, yönetmeliklerin, ağanın, paşanın, müdürün kulu kölesi
olmuş bir adam. Hepsini razı edeceğim derken hiç birisini razı edemeyen bir
adam. Birinin istediğini yaparken öbürünü küstürecek, birinin nehy ettiğini ötekisi emredecek, birinin güzel dediğini
ötekisi kötü görecektir. Ne yapacağını bilmez bir vaziyette baştan sona bir
bocalama hayatı yaşayacaktır bu adam. Ne kendisinin yapacağı işin ne olduğunu
bilebilecek, ne onu yapabilecek, ne de bunları yaptığı zaman bu ilâhlarından her
hangi birini razı edebilecektir.
İşte sorduruyor Yusuf’a Rabbimiz. Bu
iki durumdan hangisi daha hayırlı? Peki iş bu kadar net ve açıkken acaba bu
insanlar niye şirki anlamıyorlar? Niye şirkten zorluğunu, iğrençliğini anlamaya
yanaşmıyorlar? bunu anlamak gerçekten mümkün değildir. Evde, ca-mide, caddede, okulda, dükkanda, hayatın her bir alanında
sadece tek bir efendiyi razı etmek, tek bir efendiyi dinlemek dururken pek çok
efendiyi dinleyerek, pek çok ilâhı razı etmeye çalışarak kalbini parça parça etmeye mahkum olmanın ne anlamı var? Öyle değil mi?
Camide Allah’ı, sokakta başkalarını dinleyen kişi. Namaz konusunda Allah’ın
dediğini yaparak, kılık kıyafet konusunda başkalarının dediğini uygulayarak,
oruç konusunda Allah’ı razı edip, hukuk konusunda başkalarını razı etmeye
çalışarak ezilip büzülmeye ne gerek var?
40. “Allah'ı bırakıp taptığınız,
sizin ve babalarınızın adlandırdığı putlardan başka bir şey değildir. Allah
onların doğru olduğuna dair bir delil indirmemiştir. Hüküm vermek ancak Allah'a
aittir; kendisinden başkasına değil, O'na tapmanızı emretmiştir. Bu, dosdoğru
dindir, fakat insanların çoğu bilmezler.”
Sizin ve babalarınızın
isimlendirdiği bir takım isimlere, kendinizin uydurduğu bir takım hayali tanrı
taslaklarına tapınıyor, onları dinliyor, onları razı etmeye çalışıyorsunuz.
Halbuki bu konuda Allah hiç bir delil de indirmemiştir. Yâni bunların da kendisi
yanında tanrı oldukları, bunların da yetki sahibi oldukları, bunların da sözleri
dinlen-mesi, yasaları uygulanması gereken varlıklar
olduğu konusunda Allah hiç bir delil indirmemiştir. Ya
siz kendiniz, ya da atalarınız isimlendirmiş,
yakıştırmış ve işte bunlar da sözü dinlenmesi gereken tanrılardır demişsiniz.
Bunlar da kutsaldır, bunlar da tanrıdır, bunlar da egemen-dir, bunlar da yetkilidir demişsiniz. Kendi kendinize
uydurduğunuz, kendi hevâ ve heveslerinizle
isimlendirdiğiniz, kendi ellerinizle diktiğiniz bu putlara, kendi ellerinizle
yaptığınız bu yasalara, bu yönetmeliklere, bu törelere, bu âdetlere, bu modaya,
bu hukuk sistemine kendi ellerinizle seçtiğiniz bu tanrı taslaklarına kendinizi
ve insanları itaate zorlamışsınız.
Şimdi bunlar nasıl tanrı
olabilirler? Siz seçmediniz mi bunları? Siz koymadınız mı bu yasaları? Siz
dikmediniz mi bu putları? Siz isimlendirmediniz mi? Siz vermediniz mi onlara bu
yetkiyi? Bir defa bunların hiç birisinin gerçeklikleri yoktur. Gerçeklikleri
olsa bile tanrılık özellikleri yoktur. Allah bu konuda bir bilgi, bir belge
indirmemiş. Benim yanımda bunlar da yetkilidir dememiş. Ama sizler işte kendi
istek ve arzularınızla oluşturduğunuz, kendi isimlendirdiğiniz sistemleri,
yasaları yol kabul etmişsiniz, program kabul etmişsiniz.
Halbuki:
Hüküm ancak Allah’a aittir. Hâkimiyet
Allah’a aittir. Allah’tan başka hiç kimsenin hüküm koyma hakkı, hâkimiyet
yetkisi yoktur. Bu dünyada kullarının hayat programlarını belirleme hakkı,
kullarına yasa belirleme hakkı sadece Allah’a aittir. Yaşanan bu hayatın
kanunlarını, değer yargılarını belirleme hakkı sadece Allah’a aittir. Tek olan,
Kah-hâr olan, kullarının tümüne egemen olan Odur. Hayata Hakîm olan Odur.
İşte bu Allah sadece kendisine
kulluk etmenizi emrediyor. Sadece kendisini dinlemenizi, sadece kendisinin
istediği bir hayatı yaşamanızı istiyor. Kendisinden başka hiç kimseyi
dinlememenizi, kendisinden başka hiç kimsenin hayatımızda söz sahibi olmadığını
emrediyor. Çünkü bu dünyada kendisine kulluk edilmeye lâyık, arzularına teslim
olunmaya, çektiği yere gidilmeye lâyık Ondan başka varlık yoktur.
İşte
bu gayyimen bir
dindir. İşte bu sapasağlam bir yoldur. En doğru, en sağlam hayat programı budur.
Bir başka dine, bir başka yola, bir başka sisteme, bir başka hayat programına
ihtiyacı olmadan varlığını sürdürecek ve kıyâmete kadar tüm insanlığın hayatını
düzenlemeye, problemlerini çözümlemeye, hayatlarını düzlüğe çıkarıp onları
cennete ulaştırmaya yetecek bir dindir. Gayyum
Allah’tan gelme Gayyimen bir dindir bu din. Hayatı
kuşatan bir Allah’ın yine tüm hayatı kuşatan bir dinidir bu. Sadece bu dünya
hayatını değil aynı zaman da âhireti de kuşatan, âhireti de kazandıran bir din. Hayatı, hayat öncesini,
ölümü, ölüm ötesini, insanları, hayvanları, melekleri, cinleri, âhi-reti tanımlayan bir din. Ama insanların pek çoğu bunu
bilmiyorlar, bi-lemiyorlar
da bu Allah programını bırakıp kendileri gibi âcizlerin programlarına tâbi
oluyorlar.
Evet
zindanda, zindan arkadaşlarının sordukları sorularına, kafayı taktıkları
rüyalarına karşılık Yusuf önce onların bundan önce muhtaç oldukları gerçek
bilgiyi, gerçek Rab’lerini anlattı. Farkında ol-madıkları Rablerini tanıttı. Siz şimdi bırakın bu rüyayı
filan da önce neyi düşünüp dert edinmeniz gerektiğini bir anlayıp kavrayın dedi.
Bunu ortaya koyduktan sonra buyurdu ki:
41. “Ey mahpus arkadaşlarım!
Biriniz efendisine şarap sunacak, diğeri asılacak ve kuşlar başından yiyecektir.
Sorduğunuz iş işte böylece kesinleşmiştir.”
Ey zindan arkadaşlarım, şu sizden
biriniz bu zindandan çıkıp tekrar efendisine şarap sıkmaya, şarap sunmaya devam
edecek. Onun rüyasının tabiri budur. Diğeri ise asılacak, kuşlar da onun
başından yiyecekler. İşte hakkında yorum istediğiniz, tevil istediğiniz, fetva
istediğiniz iş artık gerçekleşmiştir. Durum bundan ibarettir. Biriniz ölecek,
kuşlar etini, başını yiyecek, diğeriniz de kurtulup saraydaki eski görevine
dönecek.
Rivâyetlere göre bu arkadaşları
rüyalarının böylece yorumlandığını işitince gülerek derler ki ey Yusuf, bizler
aslında böyle bir rüya filan görmedik. Biz sırf senin bu konudaki bilginin
sınırını ölçmek, seni denemek için bu rüyaları uydurduk derler. Bunun üzerine
Allah’ın peygamberi der ki, hayır ister böyle bir rüyayı görmüş olun isterse
görmemiş olun fark etmez, artık sorduğunuz konuda karar gerçekleşmiş, iş karara
bağlanmıştır. Bundan, bu sonuçtan
kurtulmanız da mümkün değildir buyurdu.
Evet Yusuf (a.s)’ın onları tevhide, bir tek Allah’a kulluğa çağıran bu
ifadelerinden anlıyoruz ki O tebliğine zindanda devam etmektedir. Bu konuşma
Onun bir peygamber kimliğiyle yaptığı konuşmaydı. Bundan önce başına gelenler
konusunda Onun sessiz kalarak sabrettiğini, hiç bir şey söylemediğini görüyoruz.
Onun içindir ki önceki dönemleri peygamberliğe bir hazırlık dönemiydi, şimdi
zindanda kendisine peygamberlik verildi diyebilmekteyiz. Muhtemelen babasının
bir peygamber olarak rüyasını tabirini, başına gelenlerin peygamberlik öncesi
bir imtihandan geçirilme dönemi olduğunun farkındaydı. Ama artık o dönem bitmiş
ve şimdi artık kendisine elçilik verilmişti ve artık kendini, görevini, dinini
ortaya koymalıydı.
Nitekim kendisinden gördükleri
rüyalarının yorumunu soranlara, tamam yorumlayacağım, ama önce size bana bu
rüyaları yorumlama gücünü veren bilgimin kaynağını haber vereceğim diyerek
onların kendisine müracaatlarını, yakınlığını fırsat bilerek hemen imanını,
itikadını onlara anlatıyordu. Karşısına çıkan bir fırsatı değerlendiriyordu.
Öyleyse bizler de bu tür fırsatları iyi değerlendireceğiz. Meselâ adam bize
ailevi problemlerinden soruyorsa biz Ona tevhidi anlatacağız. Sizler karı koca
olarak Rabbinize kul olup Onun haklarına riâyet etmedikçe birbirinizin haklarına
asla riâyet edip evde huzuru sağlayamazsınız diyerek konuyu o noktaya çekeceğiz.
Veya
meselâ adamın ailevi geçimsizliği var. Karısı ve çocukları kendisine itaat
etmedikleri için çaresizlik, üzüntü ve sıkıntı içinde size geliyor ve anlatıyor.
Derdi konusunda sizden yardım istiyor. Siz ona farkında olmadığı sıkıntısının
kaynağını göstererek, sıkıntısının asıl sebebine inerek ona yardım etmelisiniz.
Ona onun farkında olmadığı asıl sıkıntısının İslâm dışı bir hayat yaşadığının
sebep olduğu-nu, karısını ve çocuklarını Allah’la
peygamberle tanıştıramadığı için, onları kitapla sünnetle, cennetle cehennemle
tanıştıramadığı için, on-lara müslümanca bir eğitim veremediği onların kendisine ve
Allah’a serkeş davrandıklarını ve evinin içinde Allah’ın istediği bir havayı
ger-çekleştirmedikçe geçimsizliğin hiçbir zaman kalkmayacağını, bütün
sıkıntılarının buradan geldiğini anlatmalıyız. Çocuklarından kendisine itaat
bekleyen sen, hanımının sana itaat etmesini bekleyen sen, acaba sen Rabbine
karşı ne kadar itaatlisin? Efendileri bulunduğun hanımın ve çocuklarının seni
dinlemelerini bekleyen sen acaba efendinin emirlerine ne kadar itaat ediyorsun?
Sen efendini ne kadar din-liyorsun? Unutma ki sen
Rabbine ne kadar teslimsen çocuklarından ve hanımından da kendine ancak o kadar
itaat bekleyebilirsin. Kendisi efendisine itaat edip emirlerini yerine
getirmeyen birisinin kendi hizmetçilerinden itaat beklemeye hakkı yoktur
diyerek, böylece onun farkında olmadığı esas derdine parmak basarak, esas
derdinin kaynağını ona anlatarak ona yaklaşacağız.
42. “İkisinden, kurtulacağını
sandığı kimseye Yusuf: “Efendinin yanında beni an” dedi. Ama şeytan efendisine
onu hatırlatmayı unutturdu ve Yusuf bu yüzden daha bir kaç yıl hapiste
kaldı.”
O iki arkadaşından kurtulacağını
zannettiği kimseye şöyle dedi: Sen Rabbinin yanına, efendinin yanına vardığında
beni hatırla. Bak sen şu anda beni tanıdın. Benim misyonumu tanıdın. Bir
peygamber olarak, Allah bilgisine sahip bir elçi olarak sana ulaştırdığım vahiy
bilgisine muttali oldun. Artık bu görev senin de görevindir. Sen de gittiğin her
yerde bunları gündemde tutmak zorundasın. Bunları efendine duyur ki o da bu
gerçekleri anlayıp Müslüman olsun. Ben şu anda zindanda olduğum için
dışarıdakilere bunu ulaştırma imkânından mahrumum, ama sen çıkıyorsun dedi.
Arkadaşı dışarıya çıktı ama şeytan ona bunu unutturdu. Çünkü şeytan Yusuf’un
misyonuna düşmandı. Elbette Yusuf’un mesajının insanlar tarafından duyulmasını
istemezdi.
Yusuf (a.s) dışarıya çıkan bir
arkadaşını gittiği yere tebliğci olarak gönderiyordu. Ama kimileri bunu yanlış
anlamışlar. Şöyle demeye çalışıyorlar: Benim bu zindandaki durumumu ona da
hatırlat. Benim burada, bu zindanda suçsuz olarak yattığımı, bir iftiraya kurban
gittiğimi ona bildir. Benim hiç bir kabahatimin olmadığını ona hatırlat. Ama
şeytan o arkadaşına efendisinin yanında Yusuf’un durumunu hatırlatmayı
unutturdu. Unuttu Onu zindan arkadaşı dışarıya çıkınca. Ve böylece Yusuf
unutulmuş olarak senelerce zindanda kalıverdi. Hattâ onun yıllarca bu zindanda
kalışının sebebini de buna bağlarlar. Eğer Yusuf böyle Allah’tan başkalarından
yardım istemeseydi bu kadar kalmayacaktı filan demeye
çalışıyorlar.
Kardeşleri ihanet edip kuyuya attı.
Kervan değersiz bir meta olarak Mısırda sattı. Azîz Onu değerli bir mevkide
tuttu. Kadının gözüne battı. Kadınların meyilleri, gönülleri Ona doğru aktı.
Allah Ona nûrunu yaktı. Uzun yıllar suçsuz olarak hapiste yattı. Şimdi zindanın
dışındaki dünya, devlet ona muhtaç olacak. Ve Allah’ın takdiri, Allah’ın yasası
her şeye galip gelecek.
43. “Hükümdar: “Ben, yedi semiz
ineği yedi zayıf ineğin yediğini; yedi yeşil başak ve bir o kadar da kurumuş
başak görüyorum. Ey ileri gelenler! Eğer rüya yormasını biliyorsanız rüyamı
söyleyiniz.” dedi.”
Hükümdar dedi ki, ben rüyamda
yedi semiz inek görüyorum ki onları yedi zayıf inek yiyor. Ve yine yedi başak
görüyorum ki yeşil, yedi başak görüyorum ki kupkuru. Ey ileri gelenler, ey
kâhinler, ey bilginler eğer gerçekten bilenlerdenseniz haydi açıklayın bakalım.
Nedir bu? Ben rüyamda ne yaptım? Ne gördüm? Bunların anlamı nedir? Haydi şu
benim rüyamı çözüverin dedi. Çünkü kral gerçekten gördüğü bu rüyadan çok
ürkmüştü. Kafası karışmış ve ülke çapında ferman çıkararak tüm bilginlerini, tüm
kâhinlerini bu rüyayı yorumlamaya çağırmıştı.
44. “Etrafındakiler: “Bir takım
karışık rüyalar; biz böyle rüyaların yorumunu bilmeyiz”
dediler.”
Çevresindekiler, toplananlar
dediler ki bunlar karmakarışık rüyalardır. Yaşı kurusu birbirine karışmış ot
demetleri, yahut da eskisi yenisine karışmış uyku hayalleridir bunlar. İçinden
çıkılmaz karmakarışık şeylerdir bunlar. Biz böyle karışık şeylerin, içinden
çıkılmaz karmakarışık rüyaların tabirini de bilmeyiz, bilemeyiz dediler. Hepsi
bu rüyanın tabiri konusunda aciz kaldılar. Kıralı tatmin edecek tek kelime bile
bir şey söyleyemediler, bir yorum getiremediler. Elbette Rab-bimiz onları Yusuf’una muhtaç edecekti. Elbette kıralı ve
diğer insanları Yusuf’tan haberdar edecekti. Elbette Yusuf’un imanını,
teslimiyetini, sadâkatini tüm dünyaya gösterecek ve onu Mısır’a sultan
yapacaktı. Rabbimizin takdiri buydu.
45. “Hapisteki iki kişiden
kurtulmuş olanı, nice zaman sonra Yusuf’u hatırladı ve: “Ben size bunu
yorumlayacağım, hele beni gönderin” dedi.”
Hani o zindandan kurtulan
Yusuf’un arkadaşı var ya, yıllar sonra arkadaşı
Yusuf’u hatırladı ve dedi ki: Ben onun yorumunu size haber vereceğim. Ben o
rüyanın tabirini yapacak birini biliyorum. Hele siz bana müsaade edip beni
zinana gönderin. Ve hemen işte zindanda Yusuf’un karşısında.
46. “Hapishaneye varıp: “Ey doğru
sözlü Yusuf! Rüyada görülen yedi semiz ineği yedi zayıf ineğin yemesi; yedi
yeşil başak ve bir o kadar kuru başak nedir? Bize yorumla, ben de insanlara
ulaştırayım da bilsinler” dedi.”
Yusuf! Ey sadık dost! Ey doğru
insan! Bize bildir. Yedi zayıf inek yedi semiz ineği yedi. Yedi yeşil başak ve
yedi kuru başak. Nedir bunlar? Ne anlama gelir bunlar? Söyle, söyle de insanlara
döneyim, umulur ki onlar da anlarlar bunların ne anlama geldiğini. Hem bunu
anlarlar dışarıdakiler, hem senin bilginin yüceliğini anlarlar, hem de suçsuz
yere bu zindanda senelerce yattığının farkına varırlar. Ben de yıllar önce
içerdeyken sana verdiğim sözümü yerine getiririm dedi.
47. “Yusuf: “Devamlı yedi sene
ekin ekip, biçtiğiniz ekinin yediğinizden artanını başağında
bırakın.”
Yusuf (a.s) dedi ki siz önceleri
ektiğiniz gibi âdetiniz üzere yedi sene ekin. Yediğinizin az bir kısmı müstesna
kaldırdığınızı başağında bırakın. Evet mahsulatınızın yiyeceğiniz kadarını alıp,
geri kalanı başağında bırakın. Yâni az bir bölümünü yiyip geri kalan çoğunu
bırakıp saklarsınız. Sonra:
48. “Sonra bunun ardından yedi
kurak yıl gelir, bütün biriktirdiğinizi yer, yalnız az bir miktar
saklarsınız.”
Sonra onun arkasından yedi kurak
yıl, yedi şiddetli sene gelir. O yedi şedit kuraklık senesi sizin
bıraktıklarınızın hepsini yer bitirir. Ancak birazcık koruduklarınız kalır.
49. “Sonra, halkın yağmur
göreceği bir yıl gelir, o zaman sıkıp sağarlar”
dedi.”
Sonra da onun arkasından bir yıl
gelecek ki insanlar bol bol yağmurlara kavuşacak. Ve o
senede de sıkıp sağacaklar. Allah’ın bol bol
lütuflarına ulaşırlar, kıtlıktan, kuraklıktan, sıkıntıdan kurtulmuş olurlar. O
kadar çok meyve, o kadar çok bereket olur ki meyveler sıkılıp onlardan farklı
çıkarımlar bile elde edilir.
Evet işte Yusuf (a.s)’ın rüyayı tabiri. Dikkat ederseniz rüyada yedi sene var.
Tekrar bir yedi sene daha var. Allah bilgisiyle bilgilenmiş Yusuf (a.s) iki
yedili on dört seneyi anlattığı gibi bir de on beşinci seneyi de haber verir.
Rüyadakileri bildirmekle birlikte rüyada olmayanı da bildirir. Bu Onun Allah
tarafından vahiyle desteklenmesinin, Allah bilgisiyle bilgilenmesinin bir
göstergesiydi.
50. “Hükümdar: “Onu bana getirin”
dedi. Yusuf'a elçi gelince, “Efendine dön, kadınlar niçin ellerini kesmişlerdi
bir sor; doğrusu Rabbim onların hilesini bilir”
dedi.”
Yusuf’un bu yorumu kendisine
ulaşan melik dedi ki Onu bana getirin. Yusuf’u çıkarın zindandan ve yanıma
getirin dedi. Kral Onun ilmini ve yüceliğini anlamıştı. Getirin Onu bana diye
emretti. Bunun üzerine kralın elçisi çıktı. O elçi ne zaman ki Yusuf’a geldi,
Yusuf he-men zindandan çıkıvermedi. Dedi ki, ey elçi
git, dön efendine ve sor ona ki; o kadınlar ellerini keserlerken dertleri neydi?
Ellerini kesen o kadınların durumları neydi? O kadınların maksatları neymiş? sor
bakalım. Hiç şüphesiz benim Rabbim onların keydlerini,
hilelerini, tuzaklarını çok iyi bilendir. Benim Rabbim onların bana nasıl
dolaplar çevirdiklerini çok iyi bilir. Söyle efendine Rabbimin bildiği bilgiyi o
da bir araştırıp soruştursun. Kim suçluydu? Kim suçsuzdu? araştırsın bakalım.
Araştırsın da haksız yere, suçsuz yere yıllarca bu zindanda kaldığımı herkes
bilsin. Bu açıklığa kavuşmadan buradan çıkmam der.
Rasulullah
efendimiz Yusuf (a.s)’ın bu yüce tavrını
değerlendirirken buyurur ki: Ben Onun gibi senelerce zindanda kalmış ve bana
böyle bir haber gelmiş olsaydı hemen çıkardım, beklemezdim. Ama Yusuf (a.s)
hayır diyor. Hükümdar benim suçlu olmadığımı, karısının ve diğer kadınların
suçlu olduklarını bilip, anlayıp bunu ilân etmedikçe ben buradan çıkmam diyor.
Nice suçsuzlar var değil mi şu anda zindanlar da? Orada olmaması gereken nice
mâsumlar şu anda oralarda? Orada olması gereken nice suçlular vardır ki onlar
dışarıdalar değil mi? Tüm zulüm sistemlerinde geçerlidir bu. Suçsuz olduğu halde
Yusuf (a.s) yıllarca zindanda kalacak, suçlu oldukları halde kadınlar dışarıda
keyif sürecekler. Şimdi kral işi soruşturmaya alıyor:
51. “Hükümdar kadınlara:
“Yusuf'un olmak istediğiniz zaman durumunuz neydi? dedi. Kadınlar: “Haşa! Onun
bir fenalığını görmedik” dediler. Vezirin karısı: “Şimdi gerçek ortaya çıktı;
onun olmak isteyen bendim; doğrusu Yusuf doğrulardandır”
dedi.”
Evet kral kadınlara diyor ki, ey
kadınlar Yusuf’a sahip olmak isterken derdiniz neydi? Yusuf’un nefsinden murad almaya çalışırken durumunuz neydi? Ne istiyordunuz? Ne
yapmaya çalışıyordunuz? Dediler ki kadınlar, hâşâ hâşâ, biz O Yusuf’ta her hangi bir kötülük görmedik. Onun
hiç bir fenalığına, hiç bir iffetsizliğine şahit olmadık. O hiç bir zaman suçlu
değildi. O kötü birisi değildi. Azîzin karısı da dedi ki, işte şimdi gerçek
açığa çıktı. Ona sahip olmak isteyen benim. Ben Onun nefsine sahip olmak
istedim, ben Onu elde etmek istedim, ama O sadıklardan oldu. Rabbine karşı,
efendisine ve efendisinin karısına karşı sadık davrananlardan oldu ve korundu ve
bana teslim olmadı.
52. “Yusuf, “Maksadım, vezire,
gıyabında ihanet etmediğimi, hainlerin tuzaklarını Allah'ın başarıya
erdirmediğini bilmesini sağlamaktı” dedi.”
Yusuf dedi ki, işte böyle. Bilsin
ki efendin ben onun bulunmadığı bir yerde ona asla ihanet etmedim. Benim derdim
hainlerin tuzaklarını Allah asla başarıya ulaştırmayacaktır. İşte bu ona bunu
bilmesini sağlamak içindi.
Veya burada bu sözü söyleyen
hükümdardır. Diyor ki hükümdar, Yusuf bilsin ki, ben Onun bulunmadığı şu
muhakeme ortamında Ona hıyanet edemeyeceğim, etmeyeceğim. Ve doğru Odur, haklı
Odur, suçsuz Odur, suçlu ve kabahatli olan da benim. Allah hainlerin tuzağını
asla başarıya ulaştırmaz. Ya da bu ifadeler Azîzin
hanımının sözlerinin devamıdır. En doğrusunu Allah bilir.
53. “Ben nefsimi temize çıkarmam;
çünkü nefs, Rabbi-min
merhameti olmadıkça, kötülüğü emreder. Doğrusu Rabbim bağışlayandır, merhamet
edendir.”
Ben nefsimi temize çıkarmıyorum.
Çünkü nefis Rabbimin mer-hamet edip korudukları hariç kötülüğü emreder. Eğer Rabbim
rahmetiyle banim imdadıma yetişmeseydi, beni korumasaydı belki nefsim beni de
saptıracak ve ihanet edecektim. Rabbim rahmetiyle beni nef-
simden korudu. Doğrusu Rabbim
bağışlayandır ve merhamet sahibidir.
54. “Hükümdar: “Onu bana getirin,
yanıma alayım” dedi. Onunla konuşunca: “Bugün senin yanımızda önemli bir yerin
ve güvenilir bir durumun vardır.” Dedi.”
Hükümdar dedi ki, Onu bana
getirin ki Onu kendim için seçeceğim. Getirin de Onu kendime tahsis edeyim. Onu
kendi yerime bırakacağım. İşlerimi Ona tevdi edeceğim. Benim işlerimi bundan
böyle o yönetecek. Ülkemin meliki, hükümdarı O olacak. Ülkenin yönetimi Ona
devredilecek dedi. Ve ne zaman ki Yusuf zindandan çıkıp hükümdarın yanına geldi,
ne zaman ki hükümdar Onunla konuştu, dedi ki bugün senin bizim yanımızda
güvenilir bir makamın vardır. Sen bugün bizim yanımızda emin bir makama
sahipsin. Bunun üzerine Yusuf (a.s) dedi ki:
55. “Yusuf: “Beni memleketin
hazinelerine memur et, çünkü ben korumasını ve yönetmesini bilirim”
dedi.”
O zaman yeryüzünün hazinelerini
bana bırak. Şu arzı, şu Mısırı, şu devleti, şu yönetimi bana bırak. Muhakkak ki
ben çok iyi bir muhafızım. Ben Allah’ın arzında, Allah’ın mülkünde Allah’ın
istediği bir hayatı, Allah’ın istediği bir yönetimi, Allah’ın istediği bir
adâleti uy-gulamada, gerçekleştirmede becerikli ve
emin birisiyim. Ben Rabbi-min bana verdiği vahiy
bilgisiyle bu işin üstesinden en güzel bir şekilde gelmeyi becerebilirim. Artık
sen bu ülkenin yönetimini bana bırak. Bırak ki şu size haber verdiğim kıtlık
senelerinde de, ondan önceki bolluk senelerinde de basiretle, vahiyle ülkeyi
yöneteyim, insanları koruyayım, insanlara adâleti, özgürlüğü göstereyim. Ben bu
idareciliği bilirim dedi. Rivâyetler
gösteriyor ki o hükümdar iyi bir Müslüman olup yönetimini, tacını, tahtını
tümüyle Yusuf (a.s)’a devretti. Çünkü baktılar gördüler ki Allah bilgisine sahip
olan, geçmişiyle dürüstlüğünü, bilginliğini ortaya koymuş olan Yusuf’tan başka
bu işe lâyık kimse yoktur. Ülke kaynaklarını Onun kadar güzel koruyacak, Onun
kadar âdil davranacak, Onun kadar namuslu davranacak
yoktur.
Evet kimileri Yusuf (a.s)’ın hükümdardan sanki bir hazine müsteşarlığı veya maliye
bakanlığı istediğini iddia etmeye çalışmışlardır. Sanki bir peygamberi bir küfür
sisteminin yedek parçası yapmaya çalışanlar olmuştur. Kendi durumlarına delil
çıkarmaya çalışanlar böyle anlamışlar. Halbuki bir peygamberin böyle bir göreve
talip olması düşünülemez. Halbuki ilerde gelecek 72. âyette kendisine melik
diyecek Rabbimiz. Yine 100. âyette de arşından, tahtından, o tahta oturduğundan
söz edilecek. Böylece Biz Yusuf’a iktidar verdik, artık ülkenin her tarafında
dilediği gibi tasarruf hakkına sahip kıldık buyuracak Rabbimiz. Değilse bir
peygamberin nefesini, gücünü, Allah bilgisini bir Kâfir devletin güçlenmesine
harcaması kesinlikle düşü-nülemez. Çünkü Yusuf (a.s)
sûrenin önceki âyetlerinde geçti. Hapisteyken hâkimiyet sadece Allah’ın dememiş
miydi? Hapisteyken farklı, çıkınca farklı davranan bir kimse peygamber olabilir
miydi? Bu bir peygambere yapılabilecek en büyük bir
iftiradır.
56,57. “Yusuf'u böylece o
memlekete yerleştirdik; istediği yerde oturabilirdi. Rahmetimizi tıpkı bu
misa lde olduğu gibi istediğimize
veririz; iyi davrananların ecrini zâyi etmeyiz. Ama âhiret ecri, inananlar ve Allah'a karşı gelmekten sakınanlar
için daha iyidir.”
İşte böylece Biz Yusuf’u
yeryüzünde yerleştirdik, Ona hâkimiyet verdik. Evet Ona vahiy göndererek, Ona
ilim vererek insanların içinde Onu temayüz ettirdik, insanların kalplerine Ona
güven duygusu verdik ve Yusuf’u Mısıra hükümdar yaptık. O arzda, o Mısırda, o
ülkede dilediği şekilde hareket ediyordu. Ülke tümüyle avucunun içindeydi. İşte
Biz dilediğimiz kimseleri rahmetimize böylece ulaştırırız diyor Rabbimiz. Biz
muhsinlerin, Bizi görüyormuşçasına Bize kulluk
edenlerin, gıyabında Bizden korkanların, bizim için bir hayat yaşayanların
ecirlerini hiç bir zaman zâyi etmeyiz. Bu dünya mükâfatı, bir de âhireti vardır ki o iman eden ve muttaki davrananlar için,
hayatlarını Allah için yaşayanlar için daha hayırlıdır. Onları dünyadakilerden
çok daha hayırlı nîmetler ve mükâfatlar beklemektedir.
Allah’ın takdirine bakın. Allah’ın
gücüne bakın. Kim tahmin edebilirdi? Kim nerden bilebilirdi? Küçücük bir çocuk.
Babası tarafından çok sevilen bir çocuk. Kardeşleri tarafından kıskanılan bir
çocuk. Babalarının sevgisi üzerlerine çekebilmek için kardeşlerinin ihanetiyle
kuyuya atılan bir çocuk. Kendisine ihanet eden kardeşleri Onun bu makama
ulaşmasına sebep oldular. Kardeşler Allah’ın takdirinin önüne geçemediler. Bilâkis takdirin gerçekleşmesi adına rol
aldılar. Attılar kardeşlerini bir kuyuya, kervan Onu alıp uzaklara götürsün de
ondan kurtulalım diye. Ama Yusuf dünya devletine doğru gitmişti. Dünya
melikliğine yücelmeye doğru hareket etmişti. Koskoca bir dünya devleti kendisine
teslim edilecekti. Bu yasa Allah yasasıydı. Allah kaderinin önüne kimse geçemezdi.
Ve işte kervan Onu değersiz bir
meta gibi sattı Mısır Azîzine. Azîz de bilemedi Onun devlet başkanı olacağını.
Orada kardeş ihaneti gibi bir ihanetle, bir kadın tuzağıyla karşı karşıya geldi.
Kardeşlerin ihaneti Ondan kurtulmaktı ama kadının ihaneti ise Ona sahip olmak
şeklindeydi. Belki en zor imtihanı buydu. Allah korudu Yusuf’u. Sarayın tüm
kadınları bu yüzden başarılı olamadılar. Bu imtihandan başarıyla, yüz akıyla
çıktı ama bu sefer de kendisini zindanda buldu. Suçsuzdu. Kabahati yoktu. Ama
egemenler girmezlerdi zindana, köleler girerdi oraya. Kendi kadınlarına sahip
olamayan egemenler Onu atmalıydılar zindana. Zindanda bir de arkadaş ihanetine
uğradı. Yıllarca unutuverdi arkadaşı Onu.
Dünya devletine oradan geçecekti Yusuf (a.s). Kendisine yeryüzünde devlet
başkanlığı hükümdarlık yüklenecek olan Yusuf (a.s) devlet ilişkilerinin en
çetinlerinden geçirilerek olgunlaştırılıyordu. Mazlum insanları zindanda
tanıyordu. Kardeş ihaneti, kölelik, esaret, hizmet adamlığı ve zindana düşüş
gibi devlet tebaa ilişkileriyle çilesi tamamlanacak ve kendisine devlet teslim
edilecekti. İhanet, iftira, adam satma, ayak kaydırma, sıkandallar, politik unutkanlıklar, sigara kağıdı üzerine
alınan notlar gibi devlet adamlarının çokça karşılaşabilecekleri bütün haller
önceden başına getirilerek, bütün bu merhalelerden geçirilerek sabır ve irade
imtihanına tâbi tutuluyordu. Kadın sıkandal-ları bunların belki en büyüğüydü.
Çünkü kadınların gözleri hep
devletin üzerindedir. Azîz, karısının suçlu Yusuf’un mâsum olduğunu bildiği
halde Onu suçlayıp zindana atıyordu. Çünkü Azîz devleti, düzeni, statükoyu
temsil ediyordu. Yusuf’sa hakkı temsil ediyordu. Düzeni değiştirmeyi, değişmeyi
temsil ediyordu. Onun için zindana gidecekti O. Zindandan yayılmaya başlayacaktı
nûr. Bu ışık da saraya kadar uzanacaktı. Devletin bozuk düzen işleyişi açığa
çıkacaktı. Zindan ve saray. Birbirine zıt ve birbirine içten açılan devletin iki
ucu. Bedeni esir oldu belki zindan da ama asla ruhu esir olmadı. Ruhu hep hürdü
orada.
İşte bu merhalelerden geçirildikten
sonra devlet başkanlığına getiriliyordu Yusuf. Hz.
Âdem’le yaratılış ve dünyaya geliş gerçekleşti. Hz.
Nuh’la yaratılış gayesine ulaşıyordu. Hz. İbrahim’le
yeryüzünde mü’minler inanmışlar milletine, İslâm
ümmetine ulaşıyorlardı. Ümmet olma şuuruna eriyorduk. Ve Hz. Yusuf’la da yeryüzünde İslâm devletinin ilk temelleri
atılıyordu. Yâni Hz. Âdem’le tohum atıldı toprağa,
Hz. Nuh’la tohum kök saldı, Hz. İbrahimler filiz verdi, gövde oluşmaya başladı. Ve işte
Hz. Yusuf’la da gövde olgunlaşmaya ve dış etkenlerden
korunması için kabuk bağlamaya başladı. Daha sonra Hz.
Musâ, Hz. Dâvûd ve Süleyman
(a.s)’lar döneminde devlet daha da olgunlaşır. Ve
nihâyet son elçi Hz. Muhammed (a.s)’la tamamlanır.
Evet Yusuf (a.s) devlet başkanıdır,
Meliktir, sultandır. Ama tüm bu kademelerden geçirilmiş tecrübeli bir devlet
başkanıdır. Mazlumları tanımış, suçsuzları, ezilenleri, horlananları tanımış bir
peygamber olarak devletin tüm kademelerinde adâletle hükmedecek, egemenliği,
hâkimiyeti Allah’a verecek, Allah’ın istediği bir hayatı ku-racak, hiç bir mazlumun hakkını
yemeden, hiç bir kimsenin sıkıntısını bırakmamak üzere bir dünya kuracaktı.
Gerçi Azîzin evindeyken de tanımıştı dünyayı ama bu yetmeyecekti. Zindana da
girerek oradakileri de tanıyacaktı. Onu da tanıdıktan sonra zindandan çıkması
için Allah meliki zorladı. Ona bir rüya gösterdi. Yedi yıl bolluktan sonra yedi
yıl kıtlık verecek ve Kenan diyarından kıtlık sebebiyle kardeşlerini ayağına
getirecekti.
Ve böylece Yakub çocukları, yâni İsrâil oğulları Mısıra gelip
yerleşeceklerdi. Yıllarca Mısırda egemen olacaklardı. Ama yine Allah’ın
takdiriyle Firavun oğulları Mısırda egemenliği peygamber çocuklarının elinden
alacaklar ve İsrâil oğullarını köleleştirecekler, yıllar süren bir kölelik
hayatından sonra Yusuf’un torunlarından bir Musâ (a.s) gelecek ve onları
kurtaracaktı. Ve İsrâil oğulları Mısırı terk edip geldikleri yöne doğru özgürlük
arayışına çıkacaklardı. İşte bu kaderi tespit eden Allah’tır. Bir çocuk bir
aileyi, bir aile bir devleti kuracaktı. O çocuklardan nehre bırakılan bir
ötekisi de Firavunu ve ordularını yok edecekti.
Yusuf çölden geldi, yavaş yavaş kendisini sarayda buldu. Musâ sarayda büyüdü, sonra
çöle gitti. Bütün bunlar Allah’ın takdirinden başka bir şey değildir. İşte
bolluk seneler geldi geçti. Bu dönemde Allah’ın emriyle Yusuf (a.s) güzel bir
siyaset uyguladı. Buğdayların az bir kısmını kullanıp çoğunu başağında bıraktı.
İnsanları iktisa da ve kanaate alıştırdı. Azla
iktifaya ve fedâkarlığa alıştırdı. Sonra yedi yıllık kıtlık dönemi geldi. Tüm
dünya açlık ve kıtlık altında inim, inim inlerken Mısır halkı son derece
rahattı. Dış dünyadan insanlar oraya rızık istemeye
geliyorlardı. Rızık için Mısıra, cömert sultana
koşanların belki en değerlileri ise Yusuf’un
kardeşleriydi.
58. “Yusuf'un kardeşleri gelip
yanına girdiler. Kendisini tanımadıkları halde o onları
tanıdı.”
Bir gün Yusuf’un kardeşleri
geldi. Kenan diyarında da kıtlık baş göstermişti. Yusuf’un yanına girdiler on
kardeş. Çünkü Yusuf öyle emretmişti. Dışarıdan gelen hiç kimse Yusuf’un emri
olmadan yiye-cek alamıyordu. Onlar da izin alabilmek
için Yusuf’un yanına girdiler. On kardeş, hepsi birbirinden güzel. Hepsi de
peygamber çocukları. Varsın daha önce kardeşlerine ihanet etmiş, büyük bir günâh
işlemiş olsunlar. Ama yine de onlar peygamber çocuklarıdır. Yine de
kardeşleriydi onlar Yusuf’un. Huzuruna giren kardeşlerini tanıdı Yusuf (a.s).
Ama onlar Yusuf’u bilemediler, tanıyamadılar. Nerden bilsinler ki? Yusuf çoktan
köle olarak satılıp gitmişti. Nereden bir melik olabilecekti? Akla hayale bile
gelebilecek bir ihtimal değildi bu. Ama kaderin sahibi Allah. Hiç bir melik
güvenmesin mülküne, saltanatına. İndirir Allah onları, bir köle çocuğu
oturtuverir onların mülküne.
59. “Onların yüklerini
hazırlatınca şöyle dedi: “Baba bir kardeşinizi bana getirin. Sizlere ölçüyü bol
tuttuğumu ve benim misa fir konuklayanların en iyisi
olduğumu görmü-yor
musunuz?”
Ne zaman ki Yusuf onların
yüklerini hazırlattı, isteklerini yerine getirdi, onları tam uğurlayacağı sırada
dedi ki, hani sizin babanızdan bir kardeşiniz daha vardı. Görmüyor musunuz? Ben
tartıyı güzel yapıyorum. Ben sizi güzel ağırladım. Sizin şu sözünü ettiğiniz o
erkek kardeşinizi de getirin. Bünyamin’i de
getireceksiniz.
60. “Eğer onu bana getirmezseniz
bundan böyle benden bir ölçek bile alamazsınız ve bana artık yaklaşmayın
da.”
Eğer bir dahaki gelişinizde onu
bana getirmezseniz bilesiniz ki artık sizin için benim yanımda hiç bir kile yoktur. Bana yaklaşmayın, benim
yanımda size verilecek hiç bir şey yoktur. Kardeşinizi de getirmezseniz benim
gözüme görünmeyin. Ya onu da getireceksiniz, yahut da
benden bir şey beklemeyin.
61. “Kardeşleri: “babasını ikna
etmeye çalışacağız ve her halde bunu yaparız”
dediler.”
Bunun üzerine dediler ki, onu
babasından isteyeceğiz, babasını bu konuda ikna etmeye çalışacağız. Biz bu işi
yapmaya çalışacağız, inşallah beceririz. Gerçi babası onu yanından ayırmak istemez de ama biz ikna etmek için bir yol
arayacağız dediler.
62. “Yusuf adamlarına: “Karşılık olarak getirdiklerini de yüklerine
koyun. Belki ailelerine varınca, onu anlarlar da bir daha dönerler”
dedi.”
Yusuf uşaklarına, hizmetçilerine
dedi ki, onların buğday almak üzere getirmiş oldukları eşyalarını, takas için
getirdiklerini geri verin, yüklerinin içine geri koyun. Umulur ki onu bilirler,
sermayelerinin geri verildiğini ehillerinin, ailelerinin yanına döndükleri zaman
anlarlar da bizim bu iyiliğimize karşı gelecek sene tekrar gelirler.
63. “Babalarına döndüklerinde,
“Ey babamız! Bize yiyecek yasak edildi, kardeşimizi bizimle beraber gönder de
yiyecek alalım. Onu elbette koruruz” dediler.”
Onlar babalarına döndüler.
Dediler ki ey babacığımız artık bize buğday yasaklandı. Bundan sonra bize
yiyecek verilmeyecek. Bizimle beraber kardeşimizi de gönder ki yiyecek
alabilelim. Ve muhakkak ki biz onu da koruruz. Evet daha yüklerini açmadan bunu
dediler babalarına. Ve bunu babalarına derlerken sanki boş gelmişler, hiç bir
yiyecek getirememişler gibi bir halet-i ruhîye içinde diyorlardı. Kardeşimizi
bizimle birlikte gönder ki zâhire alabilelim dediler. Babaları Yakub (a.s) onların bu tekliflerini ret ve kabulle karışık
bir şekilde cevaplandırdı. Ama Yakub (a.s) da
zorlanıyordu. Çünkü kıtlık vardı, açlık vardı. Kadınlar vardı, çocuklar vardı,
onların kıtlıktan telef olmaları söz konusuydu.
64. “Daha önce kardeşini size
emânet ettiğim gibi, şimdi onu emânet eder miyim? Ama Allah en iyi koruyandır, O
merhametlilerin merhametlisidir” dedi.”
Daha önce kardeşiniz Yusuf’u
emânet ettiğim gibi ben onu size nasıl emânet edebilirim ki? Daha önce Yusuf’u
size güvendiğim gibi nasıl güvenebilirim ki? Size güvenim yoktur. Yusuf’tan
sonra bunu da mı elimden almak istersiniz? Allah muhafızların en hayırlısıdır. O
Allah merhamet edenlerin de en merhamet edenidir. Ben onu Allah’a emânet
ediyorum. Daha önce kardeşinin kanlı gömleğini getirdiniz bana kurt yedi
diye.
65. “Yüklerini açınca karşılık
olarak götürdükleri mallarının kendilerine iade edilmiş olduğunu gördüler. “Ey
babamız! Daha ne isteriz; işte mallarımız da bize iade edilmiş; ailemize onunla
yine yiyecek getirir, kardeşimizi de korur ve bir deve yükü de artırmış oluruz;
esasen bu az bir şeydir” dediler.”
Yüklerini açınca baktılar ki
oraya takas yapmak üzere götürdükleri tüm eşyaları geri verilmiş. O zaman eşya
karşılığı eşya alınıyordu. Baktılar ki götürdüklerinin tamamı geri verilmiş. Bu
gerçekten çok güzel bir davranıştı. Demek ki melik çok iyi birisiydi. Hem birer
deve yükü erzak verilmiş, hem de karşılığında da götürdükleri alınmamış. Bunu
görünce dediler ki ey babamız, bak bütün sermayemiz bize geri verilmiş. Ey
babamız, artık bize o melikin istediğini yapmanın dışında ne gerekir?
Kardeşimizi alıp tekrar gider ehlimize bir şeyler alırız. Kardeşimizi de
koruruz. Ve üstelik bir deve yükü daha fazla buğday almış oluruz. Zaten bu bize
ancak yetişiyor. Bir deve yükü daha buğday getirmiş oluruz. Bu az bir şeydir
dediler. Ve iddiaları bi-raz
daha haklılık kazanıyordu. Küçük kardeşin, Bünyamin’in
Mısır’a götürülme isteği biraz daha haklılık kazandı. Yakub (a.s) dedi ki:
66. “Babaları: “Hepiniz helâk
olmadıkça onu bana geri getireceğinize dair Allah' a karşı sağlam bir söz
vermezseniz, sizinle göndermeyeceğim” dedi. Söz verdiklerinde: “Sözümüze Allah
vekildir” dedi.”
Dedi ki, onu asla sizinle
göndermem, bir şartla ki bana onun hakkında Allah’tan bir söz, bir and verinceye kadar. Yâni Allah’a yemin ederek bana söz
vermedikçe onu sizinle göndermem. Onu hepiniz helâk olmadıkça mutlaka bana
getireceğinize dair bana yemin ederseniz ancak o zaman gönderebilirim. Yâni
gerçekten büyük bir belâ başınıza gelir de onu koruyamazsanız o ayrı. Onlar bu
konuda söz verince dedi ki, Allah sözlerimize vekildir. Yâni hepimiz Allah
huzurundayız, sözü Allah’a verdik, Allah her an bizi görüyor ve O bizi bu
sözlerimizde sorumlu tutacak dedi. Sonra onlara şu nasihatte
bulundu:
67. “Babaları: “Oğullarım! Tek
bir kapıdan değil, ayrı ayrı kapılardan girin. Ama
Allah katında size bir faydam olmaz, hüküm ancak Allah'ındır. O'na güvendim,
güvenenler de O'na güvensinler” dedi.”
Ey oğullarım, sakın tek bir
kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Hep
birlikte bir kapıdan girerseniz size göz değerler, nazar değerler. Gerçi ben
Allah’tan size gelecek bir şeye engel olamam. Hüküm Allah’ındır. Ben Ona
tevekkül ettim ve tevekkül edenler de Ona tevekkül etsinler. Yâni ben size böyle
bir tedbir öneriyorum ama yine de Rabbim bir şey dilemişse o olacaktır. Tedbir
almak gerekiyorsa da bu tedbir asla takdirin önüne geçemez. Tevekkül edenler sadece Allah’a güvenip
dayansınlar. Ne kendilerine, ne de başkalarına asla güvenmesinler. Yusuf da
demişti zindan arkadaşlarına hüküm ancak Allah’ındır. Baba Yakub da aynısını söylüyordu evlâtlarına. Tedbir alırız, ama
yine de ne olacağını bilmeyiz, çünkü hüküm Allah’ın. Onun takdirine boyun
bükeriz, çünkü hüküm Allah’ındır. Vekil olarak sadece Onu kabul eder ve Onun
bizim adımıza aldığı kararları uygularız.
68. “Babalarının emrettiği gibi
girdiler. Esasen bu, Allah katında onlara bir fayda sağlamazdı, ancak Yâ’kub içindeki arzuyu ortaya koymuş oldu. O, şüphesiz
kendisine öğrettiğimizi bilir fakat insanların çoğu
bilmezler.”
Evet oğullar babalarının
emrettiği şekilde Mısıra girdiler. Doğrusu bu tedbirleri onlara Allah’tan
gelecek olan bir kadere engel olamayacaktı. Ama sadece Yakub’un nefsinde olan bir arzunun pratik uygulamasıydı, bir
arzunun ortaya konulmasıydı bu. Babaları öyle istedi, onlar da öyle yaptılar.
Ama yine de hüküm Allah’ın elindeydi. Kaderi tayin eden Allah’tı. Hesap Allah’ın
hesabıydı. Yâni bir hırsızlık hadisesiyle kardeşleri Bünyamin’in orada ala konmasına engel olamayacaktı bu
tedbirleri. Yusuf’u Mısıra getiren Allah, Mısırda kardeşi Bünyamin’le görüşmesini, sonra İsrâil oğullarının, Yakub çocuklarının Mısıra göçmelerini murad eden Allah’ın takdirine mâni olamayacaklardı. Bunu
sadece Allah bilirdi. Ondan başka hiç kimse bilemezdi. Yetki Onun elindedir.
Kararı veren ve uygulayan Odur. Fakat insanların pek çoğu bunu bilmezler,
bilemezler. İnsanlara düşen kendi iradeleri dışındaki olaylara müdahale değil
büyük iradeye teslimiyettir. İnsanlar sadece bu büyük iradeye en güzel nasıl
kulluk yapabiliriz bunun hesabını yapmaktır. Bollukta, ya da kıtlıkta, hastalıkta, ya da
sağlıkta Ona nasıl en iyi kulluk yapabiliriz bunun hesabını yapmaktır. Zindanda
ya da dışarıda nasıl kul olabiliriz? İşte kullardan
istenen budur.
Bizim Ona öğretmemiz sebebiyle O Yakub ilim sahibiydi. Lâkin insanların pek çoğu bunu
bilmiyorlar.
69. “Yusuf'un yanına
girdiklerinde, kardeşini bağrına bastı ve: “Ben senin kardeşinim, onların
yaptıklarına artık üzülme” dedi.”
Onlar ne zaman ki Yusuf’un
huzuruna girdiler, bu sefer on bir kardeştiler, Yusuf hemen kardeşini bağrına
bastı. Bunu da şöyle yaptı. Kardeşlerden her birine birer oda verdi, Bünyamin yalnız kalmıştı. Sordu ona senin kardeşin yok mu
diye? O da dedi ki benim bir kardeşim
vardı, ama işte şöyle şöyle yaptılar diye olayı
anlattı ve Yusuf (a.s) dedi ki üzülme gel seninle ikimiz birlikte kalalım dedi.
Ve işte baş başa kaldıkları bir ortamda ona dedi ki, işte o kardeşin benim. Ben
Yusuf’um dedi. Onların yaptıklarına artık üzülme dedi. Aldırma onların
yaptıklarına. Kadere bakın. Şu büyük iradenin takdirine bakın.
70. “Yusuf onların yüklerini
yükletirken, bir su kabını kardeşinin yüküne koydurdu. Sonra bir münadi şöyle
bağırdı: “Ey kervancılar, siz hırsızsınız!”
Yusuf (a.s) onların yüklerini
hazırlattı, kardeşler ülkelerine dönmek üzereler. Bir su kabını kardeşi Bünyamin’in yükünün içine koyuverdi. Tabii önceden durumu
kardeşine anlattı. Seni burada alıkoyacağım dedi Yusuf (a.s). Sonra bir müezzin,
bir münadi bağırdı. Ey kervancılar, sizler hırsızsınız! Kervan yavaş yavaş hareket ederken bir münadi bağırdı. Ey topluluk sizler
hırsızsınız! Bir anda kardeşler arasında bir şaşkınlık başladı. Çünkü onlar
peygamber çocuklarıdır. Nasıl olabilir böyle bir şey?
71. “Geri dönerek, “Ne
kaybettiniz?” dediler.”
Geriye dönüp kendilerine doğru
yaklaşan bir grup insana dediler ki ne arıyorsunuz? Neyi kaybettiniz? Neyiniz
çalınmış? demiyorlar da ne arıyorsunuz diyorlar. Çünkü bu hırsızlık olayıyla hiç
bir ilgilerinin olmadığından emin bir edayla konuşuyorlar. Durun bakalım,
önünüze geleni hırsızlıkla itham etmeyin. Bize böyle bir şey yakışmadığı gibi
size de böyle hitap yakışmıyor dediler.
72. “Hükümdarın su kabını
kaybettik, onu getirene bir deve yükü mükâfat verilecek, buna ben kefil
oluyorum” dediler.”
Dediler ki melikin su kabını
arıyoruz. Kim onu bulur getirirse bir deve yükü ikram, mükâfat var. Ben ona
kefil olmuşum, ben bunun çabası içindeyim. O tas benim zimmetimdedir, benim
sorumluluğumdadır. Onu bulmak zorundayım.
73. “Allah'a yemin ederiz ki
memleketi ifsad etmeğe gelmediğimizi ve hırsız da
olmadığımızı biliyorsunuz” dediler.”
Dediler ki Allah şahidimiz ki
bizler buraya bozgunculuk yapalım diye gelmedik. Ve biz hırsız da değiliz.
74. “Yalancı iseniz, hırsızlığın
cezası nedir?” dediler.”
Öyleyse dediler, haydi sizin
dediğiniz gibi olsun. Peki eğer sizler yalancılarsanız, siz hırsızlarsanız, yâni
aradığımız şey sizin yanınızda çıkarsa o zaman söyleyin bakalım bunun cezası
nedir?
75. “Cezası, kimin yükünde
bulunursa, ceza olarak ona el konulur; biz zâlimleri böyle cezalandırırız”
dediler.”
Dediler ki onu kimin yükünde
bulursanız cezası ona aittir. Onun cezasını o çekecektir. Her kimin yükünde
çıkarsa o kendisi tutuklanır. Biz zâlimlere böyle ceza veririz dediler. Yakub (a.s)’ın dininde hırsızlık
yapan kişi malın sahibine teslim edilirdi. Bir yıl onun hizmetinde kalırdı. İşte
onlar da bunu söylediler.
76. “Yusuf kardeşinin yükünden
önce onlarınkini aramaya başladı; sonra kardeşinin yükünden su kabını çıkardı.
İşte biz Yusuf'a böyle bir plan kullanmasını vahy
ettik. Çünkü hükümdarın kanunlarına göre kardeşini alıkoya-mazdı, meğer ki Allah dileye. Dilediğimizi derecelerle
yükseltiriz. Her ilim sahibinden üstün bir bilen bulunur.”
Evet Yusuf kardeşi Bünyamin’in yükünden önce onların yüklerini aramaya başladı.
Sonra su kabını kardeşinin yükünden çıkardı. Biz Yusuf’a bunu öğrettik. Çünkü
kardeşini melikin dinine göre alması, ona melikin dinine göre bir hüküm
uygulaması mümkün değildi. Bu Yusuf’a yakışmazdı. Ancak Allah’ın arzusu neyse
onu uygulaması gerekiyordu. Yâni Yakub (a.s)’ın şeriatine göre hüküm vermesi
ge-rekiyordu. Zaten Biz
dilediğimiz kimsenin derecelerini böylece yüceltiriz ve her bir âlimin üzerinde,
her bir ilim sahibinin üzerinde bir bilen vardır.
Evet Rabbimiz Hz. Yusuf’un planındaki eksikliği tamamlamıştır. Böylece
Yusuf hem kardeşini orada alıkoymuş, hem de onu hapse atılmaktan kurtarmıştır.
Çünkü o dönem henüz tümüyle İslâm yasalarını yürürlüğe koyamamış, bir tedriç
uyguluyordu Yusuf (a.s). Nitekim biz biliyoruz ki Medine’de Allah’ın Resûlünün
tümüyle İslâmî sistemi uygulaması 9, 10 seneyi
almıştı. Meselâ içki, fâiz, gayri İslâmî miras,
evlilik gelenekleri, bâtıl ticaret ilişkileri bir süre yürürlükte kalmıştır.
Binaenaleyh Mısırda Yusuf (a.s)’ın melikliğinin ilk
dokuz yılında kimi gayri İslâmî uygulamaların
bulunması olabilecektir.
Şu anda bizler onların yerinde olalım.
Yakub (a.s)’ın çocukları, on
bir kardeş ve babalarına verilmiş bir sözleri olsun. Mutlaka onu babalarına
getirecekler. Söz vermişlerdi babalarına, sözlerine Allah vekildi. Ama şimdi bir
problem çıkmış ve ne yapacaklarını şaşırıp kalmışlardı. Şimdi ne yapacaklardı?
Babalarına ne diyeceklerdi? Ve kardeşleri Yusuf ve Bünyamin’e karşı iyi niyet taşımadıklarına bir kere daha
şahit olacağız. Bakın diyorlar ki:
77. “Çalmışsa, daha önce kardeşi
de çalmıştı” dediler. Yusuf bunu içinde sakladı, onlara açmadı. İçinden
“Durumunuz pek kötüdür; anlattığınızı Allah daha iyi bilir”
dedi.”
Dediler ki doğrusu bu hırsızlık
yapmışsa daha önce onun bir kardeşi vardı o da hırsızlık yapmıştı. Kimdi onun
kardeşi? Yusuf. Peki ne hırsızlığı yapmıştı Yusuf? Hâlâ Yusuf’a karşı kinleri mi
var içlerinde? Hâlâ Onunla mı uğraşıyorlardı? Ondan kurtulalı takriben bir otuz
yıl olmuştu. Hâlâ unutmamışlar mıydı Onu? Ama işte unutmamışlardı. Kendilerini
bu kötü durumdan kurtarabilmek için böyle bir suçlamada bulunuyorlardı. Anında
kardeşleri Bünyamin’den kopup Ona yabancı
oluvermişlerdi. Üvey kardeşlerine besledikleri duyguları hemen açığa
vuruvermişlerdi. Ne yapmıştı Yusuf da böyle diyorlardı? Ama yakında Yusuf
(a.s)’ın karşısına çıkacaklar ve bu yaptıklarından çok
büyük pişmanlıklar duyacaklardı.
Yusuf onu kendi nefsinde gizledi. Yâni
onların bu sözlerinden içi burkulmadı, sabredip bir şey demedi. Öfkelenip durumu
onlara çaktırmadı. Onların bu kusurlarına bakmadı. Fakat kendi kendine şöyle
dedi: Siz gerçekten çok fena bir durumdasınız. Ne söyleseniz sizin kusurunuza
bakılmaz, Allah yaptıklarınızı, vasf ettiklerinizi
biliyor dedi. Bünyamin hırsızlık yaptı diyorsunuz ama
şu iç dünyanızda çok kötü bir hastalık içindesiniz.
78. “Kardeşleri: “Ey vezir! Onun
yaşlanmış, kocamış bir babası vardır. Bizden birini onun yerine al. Doğrusu biz
senin iyi davrananlardan olduğunu görüyoruz”
dediler.”
Bu sefer dediler ki ey Azîz, onun
yaşlı bir babası var. Onun yerine içimizden birini al. Tamam o hırsızlık
yapmıştır, suçludur ama ne olur onun yerine bizden birini alıkoy dediler. Biz
gerçekten seni çok iyilerden görüyoruz, ne olur bize yardımcı ol dediler. Çünkü
babalarına söz vermişlerdi. Kuşatılıp ciddi bir tehlikeyle karşı karşıya
kalmadıkları sürece Bünyamin’i geri getireceklerdi.
79. “Maazallah! Biz, malımızı
kimde bulmuşsak ancak onu alı koruz, yoksa haksızlık etmiş oluruz”
dedi.”
Yusuf (a.s) dedi ki Allah
korusun! Maazallah! Biz yitiğimizi ki-min yanında,
kimin metaında bulmuşsak ancak onu alırız. Bize ancak onu almamız yakışır. Eğer
böyle yapmaz da onun yerine bir başkasını alırsak o zaman zâlimlerden oluruz.
Bizden böyle bir şeyi nasıl is-tersiniz? Muhsinlerden gördüğünüz bir melikin
böyle bir adâletsizlik yapacağını nasıl düşünebilirsiniz?
Dikkat ederseniz Allah’ın elçisi
hırsız kelimesi yerine yitiğimizi kimin yanında bulmuşsak diyor. Kardeşi Bünyamin’e böyle hitap et-miyor.
Çünkü O gerçekten hırsız değildi. Biz böyle bir şeyi yapamayız. Bizim iyiliğimiz
hak ve adâlet ölçülerini uygulamaktır. Biz kimseye zulmetmeyiz dedi.
80,82. “Ümitsizliğe düşünce,
konuşmak üzere bir kenara çekildiler. Büyükleri şöyle dedi: “Babanızın Allah'a
karşı sizden bir söz aldığını, daha önce Yusuf meselesinde de ileri gittiğinizi
bilmiyor musunuz? Artık babam bana izin verene veya Allah hakkımda hüküm verene
kadar ki O, hükmedenlerin en iyisidir bu yerden ayrılmayacağım. Siz dönün,
babanıza gidin ve deyin ki: “Ey babamız! Senin oğlun hırsızlık yaptı, bu
bildiğimizden başka bir şey görmedik; görülmeyeni de bilmeyiz; bulunduğumuz
kasabanın halkına ve beraberinde olduğumuz kervana da sorabilirsin; biz şüphesiz
doğru söylüyoruz.”
Yusuf’tan ümitlerini kesince,
onun yerine bir başkasını bıraktırmak söz konusu olmayınca bir kenara çekilip
kendi aralarında konuşmaya başladılar. Büyükleri dedi ki, bilmiyor musunuz?
Babanız sizden Allah’ı şahit tutarak söz almadı mı? Siz değil misiniz Yusuf’u
ondan kurtulmak için kuyuya atan? Bu küçük çocuğu babamızdan alırken Allah’a söz
vermedik mi? Düşünmüyor musunuz bunları? Val-lahi ben buradan ayrılmıyorum. Gidin ne yaparsanız yapın.
Benim babamın yüzüne bakacak yüzüm kalmadı. Ta ki babam beni affedip bana izin
verinceye, yahut Allah bizim hakkımızda hükmünü verinceye kadar ben burada kalacağım. Muhakkak ki hüküm
verenlerin en hayırlısı Allah’tır.
Evet diyor ki; haydi dönün
babanıza da anlatın durumu. Deyin ki Ona ey babamız oğlun hırsızlık yaptı. Biz
bildiğimize şahitlik ettik. Başka bir şey bilmiyoruz. Bizler gaybın muhafızları değiliz. Biz sadece gözlerimizle
gördüğümüzü sana anlatıyoruz. İstersen ey babamız bizimle birlikte yolculuk
yapan şu kervana, bu olaya şahit olan şu insanlara sor. Doğrusu biz
sadıklardanız deyin.
Büyük kardeş bunu söyledi. Yıllar önce
de Yusuf’u öldürmeyin, yapacaksanız Onu kuyuya atın diyenin de bu kardeş olduğu
rivâyet edilir. Bu diğerlerinden daha insaflı. Ve işte şimdi de kendisini
Mı-sırda hapse mahkum eder. Babasının karşısına çıkamayacaktı. Şimdi ne
diyecekti babasına? Nasıl inandıracaktı Yakub (a.s)’ı?
Şimdi de oğul hırsızlık yaptı? Olacak şey miydi bu? Bir peygamber çocuğunda
böyle bir şey nasıl düşünülebilecekti? Gidin aynen olup bitenleri anlatın
babamıza diyor.
Kervan mısırdan Filistin’e doğru yol
aldı. Çölleri aştılar ve nihâyet Yakub yurduna
geldiler. Geldi kervan ama buruk geldi. Yıllar önce geldikleri sahte bir
burukluğa benzer bir buruklukla geldiler. Ama buradaki olay ciddiydi. Çünkü bu
olayın sorumluluğu görünüşte kardeşlere ait değildi. Anlattılar olayı aynen
olduğu gibi. O da dedi ki:
83. “Yakub: “Sizi nefsiniz bir iş yapmağa sürükledi, artık bana
güzelce sabır gerekir; belki Allah hepsini birden bana getirecektir, çünkü O
bilendir, Hakîmdir" dedi.”
Sizi nefsiniz bir iş yapmaya
sürükledi, artık bana güzel bir sabır gerekir. Yıllar önce Yusuf’u kaybettiği
zaman da aynı sözü söylemişti, şimdi Bünyamin’i
kaybedince de aynı şeyi söylüyordu. Bilâkis nefisleriniz bu işi size süslü
gösterdi. Aynen Yusuf’a yaptığınız gibi, bu defa da benim küçük yavrumu elimden
aldınız. Bana düşen iş güzel bir sabırdır. Ben Rabbimden ümidimi kesmiyorum.
Umulur ki Allah onların hepsini birden bana getirir. Rabbimiz emriyle hepsine
birden kavuşurum. Muhakkak ki O Allah Alîmdir, Hakîmdir.
84. “Onlara sırt çevirdi, “Vah,
Yusuf'a yazık oldu!” dedi ve üzüntüden gözlerine ak düştü. Artık acısını içinde
sa-klıyordu.”
Onlardan yüz çevirdi, sırt döndü
onlara ve dedi ki ey Yusuf’-tan dolayı kederler, üzüntüler. Yusuf gitti, Bünyamin gitti, en büyük oğlu gitti. Ama Yakub’un hüznü, kederi yine Yusuf’a. Çünkü Onun yü-celiğini biliyordu, Onun
yüceliğine şahit olacaktı. O en sevgili oğlunun gördüğü rüyanın gerçekleşmesini
gözleriyle görecekti. İşte onun içindir ki kalbinde en büyük sevgiye oturan
Yusuf’tu. İşte bu sözün sonunda, bu hüznün sonunda gözlerine aklar düştü. O çok
üzgündü, sıkıntılı ve perişandı. Üç oğlundan birden ayrılmak Onu çok perişan
etmişti. Yıllardır Yusuf’undan bir haber alamaması Onu eritmişti. Ama bu arada
asla Rabbinden ümidini kesmeyip Yusuf’a yaklaştığını hissediyordu.
85. “Allah'a yemin ederiz ki,
Yusuf'u anıp durman seni bitkin düşürecek veya helâk olacaksın”
dediler.”
Dediler ki vallahi Yusuf’u
hatırlaman, Yusuf’u anıp durman seni perişan ediyor. Ya hastalanacaksın, ya da helâk
olanlardan olacaksın. Ne yapıyorsun bu kadar Yusuf’la ilgili? Yusuf, Yusuf,
Yusuf derdin ne bu kadar? Bırak, unut artık Yusuf’u. Bu sözleri söyleyenler
çocukları, gelinleri, torunlarıydı. Ve onların hiç birisi Yusuf’la ilgili bir
beklenti içinde değillerdi. Yusuf’a kavuşmanın bu kadar yakın olduğunu da
bilmiyorlardı da dedelerine nasihat ediyorlardı. Yapma, kendini harap etme
diyorlardı.
86. “Yakub: “Ben üzüntü ve tasamı yalnız Allah'a aça-rım. Allah katından, sizin bilmediklerinizi bilirim”
dedi.”
Dedi ki Yakub (a.s), Ben sıkıntımı, hüznümü, tasamı sadece Allah’a
açıyorum. Benim sizinle bir derdim yoktur. Benim sizden bir beklentim yok.
Allah’ın bana bildirdikleri sayesinde ben sizin bilmediklerinizi de biliyorum.
Haydi siz kendinize bakın, işinize bakın da beni kendi halime bırakın. Ben
esefimle, hüznümle Rabbime yalvarıp yakarıyorum diyordu.
87. “Ey Oğullarım! Gidin, Yusuf'u
ve kardeşini arayın, Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin; doğrusu
Kâfirlerden başkası Allah'ın rahmetinden ümidini
kesmez.”
Ey oğullarım, gidin Yusuf’u ve
kardeşini arayın. Bütün duyularınızı, hislerinizi kullanarak Ondan haber almaya
çalışın. Elinizle yoklayınız, gözünüzle araştırınız, kulağınızla haber almaya
çalışınız. Yeri belli olan ağabeyinizden, tutuk olan Bünyamin’den ve yitik olan Yusuf’tan ümit kesmeyiniz.
Allah’ın rahmetinden asla ümit kesmeyin. Aradan yıllar geçmiş olmasına rağmen
derdi hâlâ Yusuf (a.s)’dı. Onu bir türlü unutamadı.
Yusuf’unu arıyor, Yusuf’unu istiyor, Yusuf’unu soruyordu. Her bir olayla Ona
biraz daha yaklaştığını hissediyordu. Acaba Mısırda kalan Bünyamin’in, büyük oğulun yanında
olmasındı Yusuf? Öteki oğullarına böyle diyordu. Ey
oğullarım, gidin kardeşinizi arayıp soruşturun. Allah’ın rahmetinden ümit
kesmeyiniz. Onun rahmetinden ümit kesenler ancak kâfirlerdir diyordu.
88. “Kardeşleri vezirin yanına
vardıklarında: “Ey Vezir! Biz ve çoluk çocuğumuz darlığa uğradık; pek değersiz
bir malla geldik; ölçeği bize tam yap ve sadaka ver; Allah sadaka verenleri
şüphesiz mükâfatlandırır” dediler.”
Evet Yakub çocukları yine Mısırdalar. Kardeşlerinin yanına
vardıklarında dediler ki ey şerefli melik, bize ve ehlimize zarar dokundu ve bu
sefer biz değersiz bir şeyle geldik. Bunların karşılığında bize bir şeyler ver,
bize ölçeği tam yap, biraz da sadaka olarak fazladan bir şeyler ver. Muhakkak ki
Allah sadaka verenleri sever. Bu sefer başlarına gelenlerden ötürü kalpleri
yumuşamış, biraz biraz onları olgunlaştırmıştır.
Kardeşlerinin bu ezikliklerine karşı Yusuf (a.s) dedi ki:
89. “Siz, Yusuf ve kardeşine
bilmeden neler yaptığınızın farkında mısınız?”
dedi”
Siz cahiller olduğunuz halde
Yusuf’a ve kardeşine ne yaptığınızı bildiniz mi? Cahilliğiniz döneminde Yusuf’a
ve kardeşine ne yaptınız? Hani 15. âyette sen onlara bu sana yaptıklarını hiç
ummadıkları, beklemedikleri bir anda haber vereceksin buyurulmuştu ya, işte o an
gelmişti. Yusuf’un bu sorusu onların zihinlerinde şimşek gibi çaktı ve Onun
Yusuf olduğunu anladılar ve hayretle, dehşetle irkilip dediler
ki:
90. “Yoksa sen Yusuf musun?”
dediler. “Ben Yusuf'um, bu da kardeşim. Allah bize iyilikte bulundu; doğrusu kim
kötülükten sakınır ve sabrederse bilsin ki Allah iyi davrananların ecrini
katiyen zâyi etmez” dedi.”
Sen Yusuf! Sen Yusuf! Sen Yusuf
musun? Dedi ki, evet ben Yusuf, bu da kardeşim Bünyamin. Allah bize lütfetti, Allah bize üstünlük verdi,
Allah bize nîmet verdi. Muhakkak ki kim muttaki olursa, kim Allah’ın koruması
altına girerse, kim Allah için bir hayat yaşarsa, kim Allah için sabrederse, kim
Allah’ın takdirine razı olursa, kim Müslü-manca bir
hayatın kavgasını verirse muhakkak ki Allah muhsinlerin ecrini asla zâyi etmez.
Kardeşler ihanet etsinler, ondan
kurtulmak için kuyuya atsınlar, kervan onu değersiz bir emtia olarak pazarda
satsın, Azîz evine, sarayına köle almanın sevincini yaşasın, kadın ona sahip
olmanın heyecanıyla çırpınsın, kadınlar kendilerine boyun eğmeyen kölenin
kaderini kendileri belirlemeye çalışsın, zindan Onun yurdu olsun. Ama bütün
bunlara karşı Müslümanca kalmaya direnen Yusuf işte
şimdi bir melik ve kardeşleri Onun önünde eğilmişler. Onun değerini bilmeyenler
Onun değerini, Onun üstünlüğünü anlamışlardır. İşte Yusuf azîz ve şerefli bir
melik ve işte kardeşleri Onun karşısında zelil, bitkin, perişan ve suçlular.
Bakın diyorlar ki:
91. “Allah'a yemin ederiz ki,
Allah seni bizden üstün tutmuştur; doğrusu biz suç işlemiştik”
dediler.”
Allah’a yemin ederiz ki, Allah
seni bizden üstün tutmuştur. Doğrusu bizler suçluyuz, bizler sana karşı suç
işledik. Evet böyle diyorlardı kardeşleri. Kıyâmette tüm kâfirler, tüm zâlimler
bu sözü söyleyecekler Müslümanlar karşısında. Rasulullah efendimize zulmedenler, Ona değer vermeyenler de
Rasulullah efendimiz Mekke’yi fethettiği gün aynı
sözleri söylüyorlardı. Ey kerîm oğlu kerîm, biz sana kötülük yaptık, biz sana
zulmettik, biz suçluyuz diyorlardı.
Evet o gün onlara bu sözü
söyleten Rabbimiz kıyâmete kadar kardeşlerine ihanet eden, kardeşlerinin Müslümanca tavırlarına engel olmaya çalışan, kendi yollarına
kardeşlerini fedâ etmek isteyen herkese bu sözü söyletecek Rabbimiz en sonunda.
Şu anda bu ülkede kâfirlerle işbirliği içine girerek, A.B.D ile, İsrâil ile,
Batıyla birlikte hareket etme kararı alarak Müslüman kardeşlerine düşman
kesilenler, Müslümanlıklarından dolayı onlara kan kusturmaya çalışanlar da yarın
pişman olacaklar, kardeşleri önünde eğilmek ve onlardan özür dilemek zorunda
kalacaklar.
İşte bakın diyorlar ki, vallahi Allah
seni bize üstün kıldı, biz hatalıydık, biz yanlış yapmıştık. Ve yine kıyâmete
kadar kardeşlerinin bu itiraflarına karşılık bir Müslümanın ne demesi gerektiğini de Rab-imiz Yusuf
(a.s)’ın ağzından bize nakil
eder.
92,93. “Yusuf: “Bugün azarlanacak
değilsiniz, Allah sizi bağışlar. O, merhametlilerin merhametlisidir. Bu
gömleğimi götürün, babamın yüzüne sürün, görmeğe başlar; bütün çoluk çocuğunuzla
bana gelin” dedi.”
Bunu Yusuf söylüyordu. Ve aynı
sözleri Mekke’nin fetih günü beli kırılan zâlimlere Rasulullah efendimiz söylüyordu. Ve kıyâmete kadar peygamber
yolunun yolcularının söylemeleri gerek söz şudur: Dedi ki, size bugün kınama
yok. Ben sizi bugün kınamıyorum, suç-lamıyorum. Sizi
hesaba çekmeyeceğim. Hiç merak etmeyin size bir şey yapmayacağım. Önceki
gelişlerinizde olduğu gibi artık başınıza sıkıntılar gelmeyecek. Allah sizi
bağışlasın. Sizin hakkınızda Rab-bimden bağışlanma
dilerim. O Allah merhamet edenlerin en merha-metlisidir. Şu anda pişmanlığınız belli, haliniz
bağışlanmaya elve-rişlidir.
Aradan yıllar geçti. Yusuf melik oldu
Mısırda. Devlet Onun em-rindeydi. Kardeşler çölden geldiler. Allah’ın
rahmetinden asla ümit kesmeyen Yakub (a.s)’ın beklentisi yavaş yavaş
gerçekleşiyordu. Şimdi artık ikinci gömlek gidecekti Yakub (a.s)’a. Birinci gömlek kurt yedi diye Yakub’un önüne atılıyordu. İkinci gömlek Azîzin hanımı
tarafından yırtılıyordu. Ve üçüncü gömlek ise yine Yakub (a.s)’a doğru gidecek. Bu sefer gömleği gönderen oğul
Yusuf (a.s) olacaktı. Bakın diyor ki:
Bu gömleğimi götürün. Babamın yüzüne
sürün, üzerine koyun ki görür olarak gelsin. Artık görmesi tekrar kendisine
dönsün. Ve artık hepiniz, tüm ehlinizle bana gelin, Mısıra gelin, emin olarak
gelin. Erkek dişi, çoluk çocuk Yakub hanedanından kim
varsa hepiniz gelin.
94. “Kervan, memleketine dönmek
için ayrıldığın da, babaları: "Doğrusu ben Yusuf'un kokusunu duyuyorum; ne olur
bana bunak demeyin” dedi.”
Ne zaman ki kervan memleketine
dönmek üzere ayrıldığında. Mısırdan çölleri aşıp Filistin’e, Yakub’un yurduna doğru harekete geçince babaları dedi ki,
ben dedi eğer bana bunak filan demezseniz Yusuf’un kokusunu alıyorum. Ben
Yusuf’un kokusunu duyuyorum. Ne olur bana deli demeyin. Ne olur bana bunak
demeyin, bana şaşkın demeyin, beni kınamayın.
95. “Çevresindekiler: “Allah'a
yemin ederiz ki sen, hâlâ eski şaşkınlığındasın”
dediler.”
Gelinleri, torunları dediler ki,
Allah’a yemin ederiz ki sen eski yanılgında, eski vehimlerinin içindesin.
Elbette Onun özlemiyle yananlar alabileceklerdi o kokuyu. Ondan ümit kesip
beklemeyenler nerden duyabileceklerdi ki?
96. “Müjdeci gelip, gömleği Yakub'un yüzüne bırakınca, hemen gözleri açıldı. Bunun
üzerine Yakub “Ben size, Allah katından sizin
bilmediğinizi biliyorum dememiş miydim? dedi.”
Ta ki müjdeci geldi, gömleği
Yakub’un yüzüne bıraktı ve birden bire Yakub (a.s)’ın gözleri açıldı ve
dedi ki Yakub (a.s): Ben size demedim mi? Ben
Allah’tan bildiğim bilgilerle sizin bilmediklerinizi bilirim. İşte Rabbimin
bildirmesi. İşte Yusuf’umun kokusu. İşte Yusuf’umun haberi. İşte Yusuf’umun
müjdesi.
97. “Oğulları: “Ey Babamız!
Suçlarımızın bağışlanmasını dile, bizler hiç şüphesiz suçluyuz”
dediler.”
Oğulları, gelinleri, çocukları,
torunları, Onu kınayanlar, Ona ihtiyarlamış diyenler, Ona ihanet edenler, Onun
oğlunu Ondan koparanlar, Ona eziyet edenler hep birlikte dediler ki, ey babamız
bize istiğfarda bulun. Bizi bağışla, bizim bu günâhlarımızdan dolayı Allah’a
istiğfar et, biz hata etmişiz, biz yanlış yolda gitmişiz. Yusuf’un karşısında
ezildiler, babaları Yakub’un karşısında ezildiler. Kim
ezilmez ki peygambere, peygamber yolunu karşı gelir de? Kim sonunda pişman olmaz
ki peygambere ihanet eder de? Kim pişman olmaz ki İslâm’a ve Müslümanlara engel
olmak için bir rol alır da? Müslümanca bir tavrın
karşısına dikilenlerden kim rezil ve rüsva olmamış da sonunda?
İşte kıyâmete kadar tüm benzer
tavırlara örneklik teşkil edecek bir kıssadır bu. Kıssayı anlatan tüm hayata
egemen olan, tüm bu olayları yöneten büyük iradedir. Unutmayalım ki bu dünyada
kıyâmete kadar her zaman ve zeminde aynı sosyal yasa geçerli olacaktır. Her
zaman zâlimler bir gün mazlumların önünde eğilecek ve pişmanlıklarını
bildireceklerdir. Ve mazlumlar, ezilenler mutlaka bir gün yeryüzünün meliki
olacaklardır. Allah için bir hayat yaşayanlar, Allah’ın takdirine rıza gösterip
her şart altında Müslümanca kalabilmenin hesabını
yapanlar mutlak bir gün yeryüzünün hükümdarı olacaklar. Allah bulundukları
coğrafyanın egemenliğini mutlak sûrette bir gün onlara verecektir. Ama onlar da
imtihandadırlar. Onlar adâletten, Allah’a kul-luktan
vazgeçmemek zorundadırlar. İmtihanlarının her bir kademesinde Allah’ın istediği
gibi davranmaktan vazgeçmemek zorundadırlar.
98. “Yakub: “Rabbimden bağışlanmanızı dileyeceğim; o şüphesiz
bağışlar ve merhamet eder” dedi.”
Dedi ki Yakub (a.s), sizin için Rabbimden af dileyeceğim, istiğfar
edeceğim. Sizin için Ondan bağış dileyeceğim. Muhakkak ki O Ğafûr dur, mağfiret sahibidir. Bu sefer kervan dördüncü
yolculuğuna çıkıyordu. Ama bu sefer kervan Yakub
(a.s)’ın rehberliğinde gidiyordu Mısır’a. Ana, baba,
oğullar, kızlar, torunlar hep birlikte Mısır’a, Yusu-f’un yanına hareket eder.
Yakub çocukları ata yurtları, İbrahim (a.s)’ın yurdu Filistin’den Mısıra doğru hareket eder. Ve işte
girdiler bile Yusuf’un yurduna.
99. “Yusuf'un yanına
geldiklerinde, o, anasını babasını bağrına bastı, “Allah'ın dilediğince, güven
içinde Mısır'da yerleşin” dedi.”
Yusuf’un topraklarına
girdiklerinde Yusuf (a.s) büyük bir askeri erkanla onları karşıladı. Babası
Ondan önce selâm verdi ve dedi ki, selâm sana ey hüzünleri gideren dedi ve Onu
kucağına bastı. Yusuf anasını babasını kendisine âvâ etti. Boyunlarına sarılıp
bağrına bastı onları. Ve dedi ki, Allah’ın dilemesiyle emin olarak buyurun
Mısır’a giriniz.
100. “Ana babasını tahtın üzerine
oturttu, hepsi onun önünde (Allah'a secde edip) eğildiler. O zaman Yusuf:
“Babacığım! İşte bu, vaktiyle gördüğüm rüyanın çıkışıdır; Rabbim onu
gerçekleştirdi. Şeytan, benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra, beni
hapisten çıkaran, sizi çölden getiren Rabbim bana pek çok iyilikte bulundu.
Doğrusu Rabbim dilediğine lütufkârdır, O şüphesiz bilendir, Hakîmdir”
dedi.”
Meliklik tahtına, krallık tahtına
ana ve babasını çıkarıp oturttu. Ana, baba ve kardeşler, güneş, ay ve yıldızlar,
on bir yıldız Yusuf’un önünde secdeye kapandılar. Yusuf’a selâm ve saygı
secdesinde bulundular. Onun huzurunda baş eğerek, yüceliğini kabul ederek Onu
selâmladılar. Nezaket gösterisinde bulundular. Veya Yusuf’a kavuşturan Allah’a
şükür secdesi ettiler. Yusuf dedi ki, ey babacığım, işte vaktiyle gördüğüm
rüyanın yorumu, tevili ve açığa çıkışı budur. Bir rüya görmüştü yıllar önce.
Babasına anlatmıştı rüyasını. Gördüm ki bir güneş, bir ay ve on bir yıldız bana
secde ediyor. Yusuf o zaman çocuktu. Şimdi büyümüş ve rüyası açığa çıkmıştı.
İşte bir melik olmuş ve babasını, anasını meliklik tahtına oturtmuş, güneş, ay
ve on bir yıldız selâm ve saygıda bulunuyorlardı.
Ey babacığım, İşte Rabbim rüyamı gerçek
yaptı, hak yaptı. Beni zindandan çıkardığında bana iyiliklerde, lütuflarda
bulundu. Ve şeytan benimle kardeşlerimin arasını açtıktan sonra çölden sizi
buraya getirdi. Rabbim dilediklerine dilediği gibi lütuf sahibidir. O Allah
Alîmdir, Hakîmdir. Her şeyi en iyi bilen ve her şeyi belli bir hikmetle yapan,
hayata hakim olandır.
Evet işte hayata hakim olan,
bilgi ve hikmet sahibi olan Allah böylece takdirini gerçekleştirmiştir. Baştan
sona olayı planlayan, takdir eden ve uygulayan Allah’tır. İşte gördük. Rüyanın
sahibi Allah’tı. Hayatın sahibi Allah’tı. Rüyayı gösteren Rabbimizdir. Sonra
Yusuf (a.s) bu rüyasını babasına anlatıyor. Baba ve Yusuf (a.s)’lar haktan yana rol alıyor, ama kardeşleri hakka karşı rol
alıyorlar. İsteselerdi onlar da hakka karşı rol almazlardı. Ama mesele neydi? İş
nereye va-racaktı? Yâni
Allah’ın takdir buyurduğu senâryo neydi? Mesele şuydu: İsrâil oğulları, yâni
Yakub oğulları Mısıra gidecekti. Allah takdir etmişti
bunu.
Lâkin bu senâryonun gerçekleşmesi
adına perdede rol alan birileri vardı. Bu rolcülerden Yusuf’un kardeşleri Onu
bir kuyuya atıyorlar. Bakıyoruz hemen sahnede rol alanlardan bir kervanı
harekete geçiriyor Allah ve yollarını oraya denk getiriyor. Yıllardır o bölgede
seyahat eden kervan o kuyuda suyun olmadığını bildikleri halde rolleri gereği
kuyuya kova salıp çocuğu alıyorlar ve Mısıra götürüyorlar. Mısır pazarında
çocuğu satmaya çalışırlarken Allah şehrin Azîzini harekete geçiriyor ve pazara
uğratıyor. Sahnede Azîzin de rol aldığını gö-rüyoruz. Azîz Yusuf’u satın alıyor ve artık Yusuf, Azîzin
evindedir. Dikkat ediyor musunuz? Rabbimizin takdir buyurduğu senâryo nasıl da
saat gibi işliyor? Sanki perdede, görünürde Yusuf’un kardeşleri var, kuyu var,
kervan var, Azîz var rol oynayan, ama bu konularda sanki Allah’ın müdahalesi hiç
yok gibi değil mi?
Her şey sanki kendiliğinden olup
bitiyor gibi değil mi? Yâni şöyle dışarıdan sahneyi seyrettiğiniz zaman sanki
kişiler bizzat kendi rollerini kendileri yapıyorlar gibi. Ama perde arkasında
bir el var ki bunların hepsini O ayarlıyor. Sonra bir başka sahne, bir başka
rolcü devrede. Azîzin karısı, onun Yusuf’a meyli, iftiralar, sıkandallar, zindan, kralın rüyası ve sonunda Mısıra sultan.
Ama Allah’ın bizzat belli müdahaleleri var yine orada. Ne o? Krala rüya
gösteriyor Allah. Bu Allah’ın bizzat ve direk müdahalesidir. İşte 7 semiz inek,
7 zayıf inek, Allah gösteriyor, Allah’tan başka kimse yapamaz ki bu işi. Allah
sanki diyor ki bakın benim müdahalem var! Beni unutmayın! Meselâ Mısıra kıtlık
veriyor, bunu Allah’tan başka kimse yapamaz.
Yusuf (a.s)’ın
sözleri devam ediyor:
101. “Rabbim! Bana hükümranlık
verdin, rüyaların yorumunu öğrettin. Ey göklerin ve yerin yaratanı! Dünya ve
âhirette işlerimi yoluna koyan sensin; benim canımı
Müslüman olarak al ve beni iyilere kat.”
Ey Rabbim, bana mülk verdin,
saltanat verdin ve bana hadiselerin yorumunu, problemlerin çözümünü, toplum
yönetimini, devlet yönetimini öğrettin, rüyaların yorumunu öğrettin. Ey göklerin
ve yerin yoktan var edicisi, Sen dünyada da âhirette
de benim dostum, benim velîm, benim yardımcım. Beni Müslüman olarak vefat ettir,
benim canımı Müslüman olarak al ve beni sâlihlerin
arasına kat, sâlihlerle birlikte haşr et.
102,103. “Ey Muhammed! Sana
böylece vahy ettiklerimiz, gayba ait haberlerdir. Onlar elbirliği edip düzen kurdukları
zaman yanlarında değildin; sen ne kadar yürekten istersen iste, insanların çoğu
inanmazlar.”
İşte ey peygamberim, bunlar gayb haberleridir ki Biz onu saha vahy ediyoruz. Onlar içlerinde bir karara varmak
isterlerken, onlar tuzak kurarlarken sen onların yanında değildin. Sen onlara
şahit değildin ve onlardan haberin de yoktu. İşte senin hiç bilgin olmayan,
geçmişin derinliklerinde kalıp kimsenin bilmesi mümkün olmayan bu olayı en küçük
ayrıntılarına kadar sana bildirdik, sana vahy ettik.
Ama sen haris olsan da, sen bütün varlığınla hırslanıp çabalasan da insanların
çoğu iman etmeyecekler. Hani soruyordunuz peygamberden? Bize İsrâil oğulları
hakkında, Onların Mısıra gidişleri konusunda bilgi ver diyordunuz. İşte bilgi.
Haydi iman etseniz ya. Haydi iman etseler ya ehl-i kitap olduklarını iddia
edenler. Ama yine Müslüman olmuyor-lar, olmadılar.
Evet tıpkı Yusuf’un kardeşleri gibi
davranacaklar kardeşleri Muhammed (a.s)’a. Tıpkı Yusuf’un ülkesinden ayrıldığı
gibi kardeşleri Muhammed (a.s) da ülkesini terk edecek ve Medine’ye gidecek.
Aynen Yusuf (a.s) gibi özleyecek Mekke’yi. Ama bir gün on bin kişilik bir
orduyla Mekke’yi fethedecek. Artık Mekkeliler Onun da karşısında pişmanlık
duyacaklar, boyun bükecekler, özür dileyecekler ve Müslüman olacaklar. Şu anda
da Müslümanların Müslümanca hayatlarına geçit
vermeyenler, Müslümanlara dünyayı zindan etmeye çalışanlar da bir gün gelecek
onların karşısında ezilmişliği tadacaklar, onlardan özür dileyeceklerdir. Peki
niye böyle olur insanlar? Bu gerçeği gör-müyorlar mı?
Bilmiyorlar mı? Niye yıllar sonra gerçekleşecek bir teslimiyeti şu anda kabul
edemiyorlar? Kaldı ki bu pişmanlık dünyada olmasa bile ölümle gerçekleşecektir.
Bakın Mü’minûn sûresi bu gerçeği şöyle
anlatıyordu:
“Allah da: “Az sonra pişman
olacaklar” buyurdu.”
(Mü’minûn 40)
Peygamberim sen üzülme, siz merak
etmeyin, az bir zaman sonra onlar nadim olacaklar, pişman olacaklar. Siz
sabredin, dirençle yolunuza devam edin, görevinizi yapmayı sürdürün, Müslümanca ka-labilmenin hesabını yapın. Kesinlikle bilesiniz ki ölüm çok
yakındır, kı-yâmet çok
yakındır, yakında onlar pişman olacaklar. Unutmayın ki dünya üzerinde hiç bir
insan yoktur ki pek yakında keşke ben de Müslüman olsaydım diye pişmanlık
duyacakları bir ortama gitmesinler. Hepsi hepsi bu
yaptıklarından pişman olacaklar. Keşke, keşke di-yecekler, dövünecekler, yolunacaklar. Siz hiç onların
yaptıklarına aldırış etmeden yolunuza devam edin.
Evet yarın ölümle birlikte bu adamlar
pişman olacaklar ve keşke diyeceklerken niye ölüm gelmeden bu pişmanlığı gerçekleştirmi-yorlar? Niye acaba
kendilerine hiç bir faydası olmayacak bir döneme bırakıyorlar bu
pişmanlıklarını? Niye şu yaşadıkları dünya hayatında teslimiyet göstermiyorlar?
Doğrusu bu insanları anlamak mümkün değildir. Halbuki peygamberler güvenilir
insanlardır, kendilerine asla yük olmayan insanlardır.
104. “Oysa sen buna karşılık
onlardan bir ücret de is-temiyorsun. Kur’an, âlemler için sadece bir
öğüttür.”
Sen onlardan bu yaptığın
tebliğine karşılık, onları cennete kazandırmana karşılık bir ecir, bir ücret
istemedin. O âlemler için ancak bir zikirdir. Evet ey peygamberim, sen bu
dâvetinden ötürü, sen bu kıssayı, bu Allah vahyini kendilerine duyurmandan ötürü
onlardan, onları hidâyete ulaştırandan ötürü onlardan bir mükâfat beklemedin.
Mallarına, mülklerine, karılarına, kızlarına göz dikmedin. Âlemler için gündem
olan, âlemler için şeref olan, âlemler için nasihat olan bir ki-tabı onlara
duyurdun. Ama kabul etmeyenler kendi kendilerini bu şereften mahrum ettiler.
105. “Göklerde ve yerde nice
belgeler vardır ki, yanlarından yüzlerini çevirerek
geçerler.”
Göklerde ve yerde nice âyetler
var ki onlar o âyetlerin yanı başından geçerler de onlardan yüz çevirirler. İşte
Yusuf sûresinin âyetleri, işte kitabın diğer âyetleri, işte işitsel âyetler,
işte kâinatta serpiştirilmiş binlerce görsel âyetler. Arz, sema, bitkiler,
bulutlar, hayvanlar, yıldızlar, dağlar taşlar, yağmurlar, geceler gündüzler...
Bütün bunlar kendileriyle Allah’a gidilecek âyetlerken görmüyorlar, duymu-yorlar bu Allah âyetlerini.
Bu âyetlerle mü’min olacakları yerde kâfir oluyorlar,
zâlim oluyorlar.
106. “Onların çoğu ortak koşmadan
Allah'a inanmazlar.”
İnansalar bile onların pek çoğu
Allah’a ancak müşrik olarak inanırlar. İlla Allah’a ortaklar bulurlar.
Kendilerinin de tanrılıklarını iddia ederler. Kendileri gibi olanları da tanrı
makamında görürler. Bazen güneşi, bazen ayı, bazen yıldızları, bazen insanları,
idarecileri, tâğut-ları,
bazen onların yasalarını, yönetmeliklerini, bazen âdetleri, bazen modayı tanrı
makamında görürler. Hem Allah’ı dinleyelim hem de bunları derler. Hayatımızın
bazı bölümlerine Allah, bazı bölümlerine de bunlar karışsın derler. Allah
yoluna, peygamber yoluna, vahiy yoluna kurban olacakları yerde Allah ve
peygamberi karşısında eğilenler karşısında eğiliyorlar. Allah’a kul olacakları
yerde kendi hevâ ve hevesleriyle uydurdukları
sistemlere, kendi diktikleri putlara kul köle olurlar. Ama sonunda o
uydurdukları tanrılar kendilerine hiç bir fayda sağlamaz.
107. “Allah tarafından, onları
kuşatacak bir azaba uğramalarından veya farkına varmadan, kıyâmet saatinin
ansızın gelmesinden güvende midirler?”
Allah’ın azabı kendilerini
bürüdüğü zaman, kuşattığı zaman mı iman edecek bu akılsızlar? Yahut hiç bir
şeyden haberleri yokken kıyâmet ansızın başlarına patladığı zaman mı iman edecek
bu hainler? Neyi bekliyor bu adamlar? Ölümlerini veya kıyâmetlerini mi
bekli-yorlar iman etmek için? Ne kıymeti olacak o
zaman bu imanlarının?
108. “Ey Muhammed! de ki: “Benim
yolum budur; ben ve bana uyanlar bilerek insanları Allah'a çağırırız. Allah'ı
noksan sıfatlardan tenzih ederim. Ben asla Allah'a eş koşanlardan
değilim.”
Sen onlara de ki peygamberim,
işte bu benim yolumdur. İşte bu benim dinimdir. Ben ve bana uyanlar, benim
safımda yer alanlarla, tercihini benden yana kullanan mü’minlerle birlikte insanları bu yola, Allah’a bir basiret
üzere, bilinen, görünen, kimsenin yadırgamayacağı bir basiretle çağırıyorum.
Allah’ın şanı şerefi çok üstündür. Allah yüceler yücesidir. Ve ben asla
müşriklerden değilim. Ben hayatımda Al-lah’tan başka
söz sahibi kabul etmiyorum. Benim hayatıma karışacak Allah’tan başka
efendilerim, velîlerim yoktur. Ondan başka sığınacak, Ondan başka dua edecek,
Ondan başka rızasını kazanacağım ve arzularını, yasalarını uygulayacağım varlık
yoktur. Ben hayatı parçalayan müşriklerden değilim. Ben Rabbimin sıfatlarını,
Rabbimin yetkilerini parçalayıp yerdekilere de yetki verenlerden değilim. Evet
dâvet Allah’adır. Dâvet sadece hayata karışı olan ve kendisinden başka Rab,
Melik ve İlâh olmayan Allah’a kulluğadır. Ve bunu yapacak olan da Allah’ın kutlu
elçileridir:
109. “Senden önce kasabalar
halkından şüphesiz, kendilerine vahy ettiğimiz bir
takım insanlar gönderdik. Yeryüzün de dolaşmıyorlar mı ki, kendilerinden önce
geçenlerin sonlarının ne olduğunu görsünler? Âhiret
yurdu Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için hayırlıdır. Akıl etmez
misiniz?”
Biz Senden önce kasabalar halkına
hiç bir elçi göndermedik ki onlar ancak kendilerine vahy ettiğimiz bir takım erkeklerden olmasın. Onlar bir köy
ahalisinden, bir kasaba ahalisinden, bir kent ahalisinden bir fert idiler. Ki
onlar o toplumlar tarafından yadırganmasınlar. Bu da kim diyerek insanlar
ürkmesinler. Bilmediğimiz, tanımadığımız bir insana biz nasıl iman edebiliriz?
demesinler diye kendi köylerinden, kendi kasabalarından, kendi içlerinden, kendi
akrabalarından kardeşlerinden elçiler gönderdik. İçlerinde doğup büyüyen,
aralarında yaşayan, geçmişlerini bildikleri insanlar gönderdik.
Yeryüzünde gezip dolaşmazlar mı?
Kendilerinden önce geçenlerin âkıbetlerinin ne olduğuna hiç bakmazlar mı?
Geçmişlerin âkıbetleri üzerinde hiç düşünmezler mi? Şu Kur’an sayfaları arasında bir gezinti yapmazlar mı? Şu batan
kavimlerin, helâk olan toplumların kalıntılarının bulunduğu, harabelerinin,
yıkıntılarının bulunduğu arzda gezip dolaşmazlar mı? Görmüyorlar mı Nuh kavmini?
Görmüyorlar mı Ad’ı, Semûd’u? Görmüyorlar mı Lût kavmini? Görmüyorlar mı Med-yen’i, Eykeliler’i?
Görmüyorlar mı Firavunun yurdunu? Görmüyorlar mı Yusuf’un yurdunu? Görmüyorlar
mı Süleyman ve Dâvûd (a.s)’ların saltanatlarını? Görmüyorlar mı Bizans’ı, Osmanlı’yı?
Görmüyorlar mı geçmişle geleceği? Niye görmek istemiyorlar bu insanlar?
Yoksa görüyorlar da bir şey mi
anlayamıyorlar? Yoksa bu kitabın sayfaları arasında gezinti yapmadıkları için mi
bir şey anlayamıyorlar? Öyleyse kitap uzakta değil ki. Açsınlar bu kitabın
sayfalarını. Gezsinler Bakara’da, Nisâ’da, Âl-i İmrân’da, Yusuf’ta. Çok mu zor şu kitabın rehberliğinde bir
gezinti? Çok mu zor bu kitabın ba-siretine ulaşmak? Siz bilirsiniz, o zaman kör kalmaya mahkum
olur-sunuz. Bunu tanımadıkça dünyayı da
tanıyamayacaksın, bunu hiç bir zaman hatırından çıkarma. Bunu tanımadıkça ne
geçmişi ne de geleceği bilemeyeceksin.
Unutmayın ki muttakiler için âhiret yurdu daha hayırlıdır. Âhi-ret yurdu hayatlarını
Allah için yaşamak isteyenleri beklemektedir. Akıl etmez misiniz? Görmüyor
musunuz? Anlamıyor musunuz Yusuf (a.s)’ın kıssasını?
Görmediniz mi Allah’ın gücünü? Daha ne anlatılmalı size? Yoksa bu dünyada
Firavunların, despotların, tâğutların, Al-lah’la savaşanların gücünü güç kabul edip de Rabbinizin
gücünü güç kabul etmiyor musunuz?
110. “Öyle ki, peygamberler
ümitsizliğe düşüp, yalanlandıklarını sandıkları bir sırada onlara yardımımız
gelmiştir. Böylece, istediğimizi kurtarırız. Azabımız suçlu milletten geri
çevrilemeyecektir.”
Öyle ki Resuller üzüldüler,
elçiler sıkıntı içinde bunaldılar, kuşatıldılar ve zannettiler ki artık insanlar
tarafından yalanlandılar. Zannettiler ki artık kendilerine kimse inanmayacak,
kendilerine kimse hüsnü kabul göstermeyecek ve artık başarılı olamayacaklar,
artık başarı şansları kalmamıştır. Şu anda Müslümanların bir ümit
inkisa rına uğradıkları ve başarı
şanslarının kalmadığını zannettikleri gibi. Evet peygamberler işkencenin,
yalanlanmanın, yokluğun, güzsüzlüğün devam edip gideceğini zannettikleri bir
anda Bizim yardımımız, Bizim imdadımız, Bizim desteğimiz onlara geldi de
dilediğimizi kurtarıp başarıya ulaştırıverdik. Mağlup durumdakileri galip konuma
yükseltiverdik. Bizim baskımız, azabımız mücrimlerden asla ret olunmaz.
Mücrimler yok olup giderken kurtulanlar ise peygamberler ve onların safında yer
alanlardır.
111. “Andolsun ki, peygamberlerin kıssalarında, aklı olanlar için
ibretler vardır. Kur’an uydurulabilen bir söz
değildir. Fakat kendinden önceki Kitapları tasdik eden, inanan millete her şeyi
açıklayan, doğru yolu gösteren bir rehber ve
rahmettir.”
Muhakkak ki bu peygamberlerin
kıssalarında, Yusuf (a.s) ve kardeşlerinin kıssalarında, Nuh’un, Hûd’un, Sâlihin, İbrahim’in, Lût un, İsmail’in, İshak’ın, Yakub’un, Yusuf’un, Eyyub’un,
Musâ’nın, Îsâ’nın kıssalarında ve Muhammed (a.s)’ın ve
ashabının örnek hayatında akıl sahipleri için ibretler, dersler, âyetler vardır.
Bu Kur’an
uydurulmuş bir söz değildir. Lâkin önündekini, yâni Tevrat’ı, Zebur’u, İncil’i
tasdik eden ve her bir şeyi de tafsil edip açıklayan, insanlığın muhtaç olduğu
her tür bilgiyi, her tür yasayı ortaya koyan ve hidâyet olan, yolunu şaşırmış
insanlığa yol gösteren ve iman edenlere bir rahmet olan bir kitaptır. Bu kitap
birileri tarafından uydurulmuş bir kitap değildir. Bu kitap Allah’tandır. Bu
kitabı ne bir beşerin, ne bir peygamberin uydurması mümkün değildir. Bu kitap
yi-ne önceden kendisi tarafından indirilmiş Tevrat, Zebur ve İncil’i tasdik
etmektedir. Onları reddetmiyor. Ve bu kitap yollarını şaşırmış, programlarını
şaşırmış insanlara yol göstermek ve mü’minlere rahmet
olma özelliğinde bir kitaptır. Hidâyet bu kitabın hidâyetidir, yol bu kitabın
yoludur, yasa bu kitabın yasasıdır, hayat programı bu kitabın programıdır,
hüküm, kıssa bu kitabın kıssasıdır, rahmet, şifa bu kitabın şifasıdır. Allah
bizi bu kitapla beraber olmaktan ayırmasın. Âmin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder