Mushaf’taki sıralamaya göre kitabımızın 97., Nüzûl sıralamasına göre 25.,
Mufassal sûreler kısmının on üçüncü
grubunun üçüncü sûresi olan Kadir sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. Âyetlerinin
sayısı 5’dir.
“Rahmân
ve Rahîm olan Allah’ın adıyla”
Hamd yalnız ve yalnız
âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salât ve selâm Allah’ın Resûlüne, O’nun
pâk aile halkına ve ashabına olsun. Rabbimiz bizden kabul buyur. Çünkü sen her
şeyi işitensin, her şeyi bilensin.
“Rahman ve Rahim olan Allah’ın
adıyla”
1. “Doğrusu, Biz, Kur’an'ı Kadir
gecesinde indirmişizdir. 2. Kadir gecesinin ne olduğunu sen bilir misin? 3.
Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır. 4.
Melekler ve Cebrâil o gecede Rablerinin izniyle her türlü iş için inerler. 5. O gece, tan yerinin ağarmasına kadar bir
esenliktir.”
Mekkî veya Medenî oluşu konusunda ihtilâf bulunan Kadr
sûresi diye bilinen, hem Kadr gecesi, takdir gecesi, kader gecesine hem de o
gecede inzal buyurulan Kur’an’a dikkat çeken, hem o gece-nin hem de o gecede
gökle yeri birleştiren, mele-i a’lâ ile yeryüzünü birleştiren Kur’an’ın şerefini
anlatan bir sûreyle karşı karşıyayız. Rab-bimizin yeryüzüne hayatbahş eden
kelâmını indirdiği, yeryüzüne rah-met kapılarını açtığı, beşeriyete en büyük
nimetini bahşettiği, kulla-rının hayatına karışmak üzere Kitabını inzal
buyurduğu geceden söz eden bir sûre. Kur'an-ı Kerim'in doksan
yedinci sûresi. Beş âyet; otuz kelime ve yüz yirmi harften oluşur. Fasılası "râ"
harfidir. İsmini ilk âye-tinde geçen "kadr" kelimesinden alan bu sûrenin
Mekke'de mi, yoksa Medine'de mi indiği konusunda ihtilaf
vardır.
Evet
böyle mübârek bir gecede Rabbimiz, kendisine sonsuz hamdü senâlar olsun ki
kullarından birini seçerek onun vasıtasıyla bi-ze böyle bir kitap ulaştırarak
nimetlerin en büyüğüyle bizi şereflendir-miştir. Zira kitap nimeti vahiy nimeti
nimetlerin en büyüğüdür. Rabbi-mizin öteki tüm nimetleri işte bu kitap nimetiyle
tamamlanmaktadır. Öyle değil mi? Rabbimizin bize ulaşan tüm nimetleri bu gecede,
bu kitap sayesinde ve bu kitabı bize ulaştıran kitabın bize ulaştırılmasında
aracı olan Resûlüyle ulaşmıştır. Nimetlerin en büyüğü şüphesiz ki hidâyet ve
iman nimetidir. İman ve hidâyet olmadan öteki nimetlerin hiç birisine ulaşmak
mümkün değildir. Hidâyet nimeti de bize bu kitapla
ulaşmaktadır.
Eğer hamd
e lâyık olan Rabbimiz bu kitabını bize gönderme-seydi, biz kullarını muhatap
kabul ederek kendi bilgisiyle bizi bilgilen-dirmeseydi, bize bizim muhtaç
olduğumuz hidâyeti sunmasaydı bu cahil bu bilgisiz halimizle biz ne yapardık?
Bizi yoktan var eden Rab-bimizi, ve bu Rabbin bizden nasıl bir hayat istediğini
nereden bilebilir-dik? Bu dünyanın mânâsını, hayatın mânâsını, nereden
geldiğimizi, bizi kimin var ettiğini, niçin dünyaya geldiğimizi ve nereye
gittiğimizi, ölümün ne olduğunu, ölümden sonra nasıl bir hayatın bizi
beklediğini nereden bilebilirdik? Rabbimizin öteki nimetlerine rıza nimetine,
ga-zabından kurtulma nimetine, cennet nimetine ve cehenneminden kur-tuluş
nimetine nasıl ulaşabilirdik?
Yeryüzündeki kullarından birisini seçerek ona kitap indirmesi, onu
muhatap kabul ederek kendi bilgisinden ona bilgi aktarması ve kullarını ne
yapacaklarını bilemez bir vaziyette bırakmaması Rabbimi-zin ne kadar mükemmel,
ne kadar hamd e lâyık bir Allah olduğunu anlatıyor bize. Öyle yüce, öyle
mükemmel, öyle hamde lâyık bir Rab-bimiz var ki bizim O, kuluna, kullarının
kurtuluşu ve kullarının hayat-larını düzenlemek üzere bir kitap indirmiştir.
Öyleyse övülmesi gereken Odur, kendisine kulluk edilmesi
ge-reken Odur, gönderdikleri övülmesi gereken, indirdikleri kabullenil-mesi ve
hayatta uygulanılması gereken Odur. Ondan başkaları övül-meye lâyık değildir.
Ondan başkaları kulluğa lâyık değildir. Ondan başkalarının hayat programı
uygulanmaya lâyık değildir.
Öyle değil mi? Kitabı olmayan bir Rab olur mu?
Peygamberi olmayan bir Rab olur mu? Kitabı ve Peygamberi vasıtasıyla kullarına
kulluk programı ulaştırmayan bir Rab, bir İlâh olur mu? Bunu becere-meyen birisi
Rab ve İlâh olabilir mi? Bunu beceremeyen birisi hamde lâyık olabilir mi?
İnsanlar da dün ve bugün, kendi kendilerine, kendi içlerinden, kendilerinden
tanrılar seçmeye, İlâhlar belirlemeye ve o İlâhlara bir kısım Peygamberler ve
kitaplar izafe etmeye çalışmakta-dırlar. O tanrılar ve tanrıların kitaplarıyla
hayatlarını düzenlemeye ça-lışmışlardır.
Evet bugün tüm toplumların kitapları ve o kitapların
düzenle-yicisi Peygamberleri vardır. Kitapsız ve Peygamber siz bir toplum
düşünmek mümkün değildir. Şu anda tüm küfür ve şirk dinlerinin amel ettikleri
ayrı ayrı kitapları ve yolundan gittikleri, örnek kabul ettikleri ayrı ayrı
peygamberleri vardır.
Sûre, insanlara Kur'an'ın
değeri ve önemi hakkında bilgi ver-mektedir. Allahu Teâlâ, el-Hicr Sûresinde
"Bunu biz indirdik"buyurur. Yani Hz. Peygamber (s.a.s)'in arzusu ile değil bizim
dilememiz sonu-cu indirilen apaçık bir kitaptır 0. Kadr sözcüğü burada şu iki
anlamda kullanılmış olabilir: Bunlardan biri, takdir anlamıdır. Allah bu gece
tak-dirleri yani kaderleri uygulamak üzere meleklere emir verir. Bunu, Du-hân
Sûresindeki şu âyet destekliyor: "O gece katımızdan her hikmetli emir sadır
olur. " Diğer anlamı ise, azamet ve şereftir. Bu husus, sûrenin "Kadir gecesi
bin aydan hayırlıdır" âyetinde ifade edilmektedir. Nasıl daha hayırlı olmasın
ki, Allah'ın insanlığa son mesajı bu gecede indirilmeğe başlanmıştır. Gece,
değerini bu olaydan almaktadır. Ve bu geceyi anmak, insanlığa rahmet olarak
Kur'an'ın inmeğe başladığı bu geceyi ihya etmek müslümanlara tavsiye
edilmiştir.
Kadir gecesinin hangi gün
olduğu konusunda birçok görüş ileri sürülmüştür. Ancak ümmetin büyük âlimlerinin
çoğunluğunun görüşü, Ramazan ayının yirmi yedinci gecesi olduğu şeklindedir. O
gece öyle bir gecedir ki Kur'an âyetleri Hz. Muhammed (s.a.s) in kalbine inmeye
başladığı gecedir.
İslâm, hiç bir zaman dış
görünüşü benimseyen, şekle önem veren şekilci bir din değildir. Bin aydan daha
hayırlı olan Kadir gece-sini bugünkü anlaşıldığı şekilde "Bir gecelik ibadetle
bütün günah-lardan arınılacak" görüşü ancak muttakiler, inanmış samimi
müslü-manlar için geçerlidir. Ancak böyle insanların o gecedeki ibadetleri
makbul olur, ve Kur'an'ın nâzil olduğu o ilk manaya erişilebilir. Kadir gecesini
* hatırlayıp o geceyi imanla ve sevabını umarak geçirmek İs-lâm'ın sağlam ve bir
bütün olan terbiye metodunun bir yanını oluştur-maktadır. Sûrenin anlamı
şöyledir: "Biz o (Kur'an)'ı Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne
olduğunu sen nereden bileceksin? Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır. Melekler ve
Ruh, o gece Rablerinin izniyle (o yıl takdir edilmiş olan) her iş için iner de
iner. Esenliktir o, tâ tan yeri ağarıncaya kadar."
Bu sûrenin inişi hakkında
değişik rivâyetler vardır. Bunlardan biri şöyledir: Bir kere Resûlullah (s.a.s)
Ashab-ı Kirâma İsrail oğulla-rından birinin, silahını kuşanarak Allah yolunda
bin sene cihad ettiğini bildirmişti. Ashabın buna hayret etmeleri üzerine Cenabı
Hak bu Kadir sûresini indirmiştir
(Tecrîd-Sarîh Tercemesi,
VI, 313).
Zir b. Hubeyş diyor ki,
Übey b. Ka'b'a sordum: Kardeşin Abdullah b. Mes'ud: "Yıl boyunca ibadet eden
Kadir gecesine isa bet eder" diyor, dedim.
Übey b. Ka'b dedi ki: "Allah İbn Mes'ud'a rahmet eylesin. O, insanların Kadir
gecesine güvenmemelerini istemiştir. Yoksa Kadir gecesinin, Ramazanda, Ramazanın
da son on günü içerisinde yirmi yedinci gecesinde olduğunu biliyordu" dedi. -
Bunu neye dayanarak söylüyorsun, Ey Ebü'l-Münzir (Übey b. Ka'b'ın lakabı)"
dedim. Übey; "- Ben bunu Resûlullah (s.a.s)'in bize haber vermiş olduğu alametle
söylüyorum ki, o da, "o gün güneş şuasız olarak doğar"
dedi.
(Müslim, Sıyam,
220).
İslâm kaynaklarında
belirtildiğine göre Allah Teâlâ bir takım hikmetlere dayanarak Kadir gecesini ve
onun dışında daha bazı şey-leri de gizli tutmuştur. Bunlar: Cuma günü içerisinde
duanın kabul ola-cağı saat; beş vakit içerisinde Salât-ı vusta; ilâhî isimler
içerisinde İs-m-i Azam; bütün taatler ve ibadetler içerisinde rızay-ı ilâhî;
zaman içe-risinde kıyamet ve hayat içerisinde ölümdür. Bunların gizli
tutulmasın-dan maksat mü'minlerin uyanık, dikkatli ve devamlı Allah'a ibadet ve
taat içerisinde olmalar]. sağlamaktır. Mü'minler bu geceyi gaflet içeri-sinde
geçirmemeli, ibadet ve taatle değerlendirmelidir. Ebû Hureyre (r.a)'ın rivâyet
etmiş olduğu hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (a.s) şöyle buyurmuştur: "Kim
Kadir gecesini, faziletine inanarak ve alacağı sevabı Allah'tan bekleyerek
ibadet ve taatla geçirirse geçmiş günah-ları bağışlanır"
(Buhârî, Kadir,
1).
Kadir gecesinde neler
yapılabilir: Kadir gecesini, namaz kıla-rak, Kur'an-ı Kerim okuyarak, tevbe,
istiğfâr ederek ve dua yaparak değerlendirmeli. Üzerinde namaz borcu olanların
nafile namazı kılma-dan önce hiç değilse beş vakit kaza namazı kılmaları daha
faziletlidir. Kazası yoksa nafile kılar. Süfyan-ı Sevrî: "Kadir gecesi dua ve
istiğfar etmek namazdan sevimlidir. Kur'an okuyup sonra dua etmek daha
güzeldir." (Tecrid-i Sarih Tercemesi, VI, 313) demiştir. Hz. Aişe vali-demiz
demiştir ki; Resûlullah (a.s)'e: "- Ey Allah'ın Rasûlü! Kadir ge-cesine
rastlarsam nasıl dua edeyim?" diye sordum. Resûlullah
(a.s):
"- Allahümme inneke afüvvün
tühıbbü'l-afve fa'fu annî: Allah'ım sen çok affedicisin, affı seversin, beni
affet." diye dua et, buyurdu.
(Tecrîd-i Sarih Tercemesi,
VI, 314).
Bu gecenin öyle bir anı
vardır ki o anda yapılan ibadet ve du-alar mutlaka makbul olur. Bu önemli anı
yakalamak için gecenin bütü-nünü tevbe ve istiğfar ile geçirmek gerekir. Bu da
kişinin imanını taze-ler. Gecenin bütününü ibadetle geçiremeyenler en azından
teravihten sonra bir miktar oturup dua etmelidirler.
Evet, özet olarak kitabımız
Kur’an-ı Kerimin ne zaman indirildiğini ve bu zamanın özelliklerini belirterek
bu kitabın faziletlerinden istifade edebilmenin gereğine ve biçimine de işaret
etmektedir. “Biz onu Kadr gecesinde indirdik” diye söze başlar. Bu kitabın
azamet ve yüceliğine işaret etmek üzere açık isim yerine bir zamir
kullanılmıştır. Yine Kur’an’la alâkalı söz söyleme yetkisinde olan değerli
selefimizin beyanıyla, burada “peyderpey indirdik” anlamına gelen “nezzelnâ”
ifadesi yerine “indirdik” mânasına gelen “enzelnâ” ifadesinin kullanılması,
Kur’an’ın tamamının bir defada ulûhiyet makamından dünya semasına indirilmiş
olabileceğine dikkat çekilmiştir. Kur’an’ın inmeye başladığı mübarek geceye
“leyletü’l Kadr denmiştir.
Kadr gecesinin ne olduğu
sorusunu ihtiva eden ikinci âyete cevap veren müteakip âyetlerde onun tarihinin
açıklanması yerine, üstünlüğü ve özellikleri üzerinde durulmuştur. Söz konusu
âyetlerde Kadr gecesinin bin aydan daha hayırlı olup Allah’ın izniyle meleklerin
ardı ardına indiği ve bundan dolayı fecrin doğuşuna kadar bütün geceyi mânevi
bir huzur ortamının kapladığı belirtilir. Yine bu gecede, her gecede Allah’ın
kitabıyla birlikte olan, kitabın âyetlerini anlayıp onlar rehberliğinde bir
hayat yaşamaya çalışan, yâni bu kitabın kadr u kıymetini bilen mü’minlerin
meleklerin kendilerine katılmalarına kadar varan bir yüceliğe ulaşacakları
haberi verilir. Sûre ile alâkalı bu kısa ve öz tanıtımdan sonra inşallah
âyetlerini tek tanımaya başlayabiliriz. Rabbim bizi kendisinin istediği gibi
iman eden ve hayatını bu imanla düzenleyen kullarından eylesin.
Doğrusu, Biz, onu, o Kur’an’ı Kadir
gecesinde indirmişizdir. Rabbimiz kasemle onu biz indirdik buyurarak, kitabın
inzalini bizzat kendi zatına izafe ederek, indirenin şeref ve azametiyle,
indirilenin şeref ve azametine dikkat çekiyor. Yine görüyorsunuz ki burada
Kur’-an’ın ismini zikretmeden Rabbimiz “Hu” zamiriyle “Onu biz indirdik”
buyurmaktadır. Bu da bir zamirle indirilen kitabın ne azim, ne büyük bir kitap
olduğuna işarettir.
Bu kitabı indiren Allah’tır. Bu kitabı inzal buyuran,
Azîz ve Hakim olan Allah’tır. Bu kitabın sahibi, izzet ve şeref sahibi, güç ve
kuvvet sahibidir. Kitabı okurken böyle bir Allah’tan geldiğini asla
unutmamalıyız.
Yine kesinlikle bileceğiz ki bu kitapla beraber olanlar
yeryüzünde en büyük izzet ve şeref sahibi, hikmet sahibi ve hâkimiyet sahibidir.
Bu kitapla beraber olanlar şereflidir, bu kitapla beraber olanlar güçlüdürler,
bu kitapla beraber olanlar, bu kitabı anlayanlar ve bu kitabın istediği şekilde
hareket edenler hikmet sahibidirler. Çünkü bu kitap hikmet sahibinden gelmiş
mahza hikmet olan bir kitaptır. Bu kitaptan habersiz yaşayanlar, bu kitabın
hikmetinden, izzet ve şerefinden istifade edemeyenler hikmetsiz, izzetsiz ve
şerefsiz olarak sürünmek zorunda olan kimselerdir.
Yine bu
kitapla beraber olanlar yeryüzünün en hayırlı insanlarıdır. Çünkü Rasûlullah’ın
hadisiyle söylersek; “Kime hikmet verilmişse, kimin bu kitaptan nasibi varsa ona
çok büyük hayırlar verilmiştir.” Yine Rasûlullah’ın ifadesiyle, “Bu kitabı
tanıyan ve bu kitabı hayatında hareket noktası yapan kimseye bâliğa bir hikmet
verilmiştir.” Bu kitapla beraber olanlar yeryüzünde ulaşacakları her yere
ulaşmışlardır. Görüşleri keskin, anlayış ve kavrayışları engin, kararları
İsabetlidir.
Öyleyse
anlamak ve onunla hayatımızı düzenlemek üzere kitabı elimize aldığımızda kiminle
diyalog halinde olduğumuzu, kimin kitabından bilgilenmeye çalıştığımızı
unutmayacağız. Rasgele bir kitapla değil, Azîz ve Hakim olan Allah’tan gelme,
Azîz ve Hakim olan bir kitapla karşı karşıya olduğumuzu bileceğiz ve eğer izzet
ve şerefe ihtiyacımız varsa, eğer bilgin olmaya, hikmet sahibi olmaya
ihtiyacımız varsa, bu kitabı hiçbir zaman elimizden düşürmemeye çalışacağız.
Elimize aldığımız bu kitabın âyetlerini anlayıp hayata onlarla bakabildiğimiz
zaman yeryüzünde izzet ve şerefe ulaşacağımızı, tüm düşmanlarımıza galip
geleceğimizi, bundan ayrı kaldığımız, bu kitapla ilgimizi kestiğimiz zaman da
ebediyen izzet ve şerefimizi kaybederek şerefsizlerin elinde oyuncak
olacağımızı, onların kulu, kölesi olarak rezil bir hayatı yaşamak zorunda
kalacağımızı da unutmamalıyız. Bu kitabı kendimizden, kendimizi de bu kitaptan
ayırdığımız zaman ne yaparsak yapalım, kime gidersek gidelim izzetsiz, şerefsiz
ve hikmetsiz olarak yeryüzünde sürünmek zorunda kalacağız. Ne A.B.D’de, ne
Avrupa’da, ne de başka yerlerde izzet ve şeref
bulamayacağız.
“Biz bu Kitabı Kadir gecesinde
indirdik” buyuruyor Rabbimiz. Kadr kelimesinin birkaç mânâsı vardır. Kadr, şeref
ve azamet mânâsınadır. O zaman Kadr gecesi de o gecede Allah kelâmı inzal
buyu-rulduğu için şerefli ve azamet sahibi bir gece demektir. Bir de Kadr
kelimesi, hüküm, takdir, kader mânâsınadır. O zaman Kadr gecesi, hüküm gecesi,
takdir gecesi, kader gecesi anlamlarına gelecektir.
Bu mânâda Kadr gecesi ya Kur’an kendisinde indirildiği
için şerefi ve azameti büyük bir gece, ya da kendisinde Rabbimizin kâinatta
olacak hadiseleri takdir buyurup, kadere bağlayıp, onaylayıp uygulamaya koyduğu
takdir gecesidir. Duhân sûresinde de anlatıldığı gibi aslında takdir ezelde
yapılmıştır da, bu gecede önceden takdir edilen şeylerin Levh-i Mahfuz’a
yazılması için meleklere açıklanması söz konusudur.
Bir de Leyle-i Kadr, tazyik gecesi, darlık gecesi
anlamına gelmektedir. O gece Melekler yeryüzüne o kadar çok inerler ki, yeryüzü
onlara dar geldiği için bu geceye Kadr gecesi denmiştir.
Kur’an’ın
indirildiği geceyi Bakara şöyle anlatır:
“Ramazan ayı öyle bir aydır ki onda
insanlara yol gösteren, hakla bâtılı ayıran, hidâyet rehberi ve deliller halinde
bulunan Kur’an o ayda indirildi.”
(Bakara 185)
Ramazan,
İslâm aylarından bir tanesidir. Evet, bu aylardan bir tanesidir, ama farklı bir
aydır. Çünkü bu ayda Kur’an indirilmiştir. Yine bu ayın hangi gecesinde
Kur’an’ın indirildiğine dair Duhân sûresinde geçtiğine göre, bu Kur’an mübârek
bir gecede indirilmiştir. Bu mübârek gecenin isminin kadr gecesi olduğunu ve bu
gecenin de Ramazanın içinde bir gece olduğunu biliyoruz. Ramazanın birinci
gecesidir, Ramazanın son on gecesidir, Ramazanın 27. gecesidir gibi rivâyetler
var. Selefin ekseriyetinin görüşü budur.
Bu ayda
Kur’an inmeye başlamıştır. Ya bu ayda melekût semasından dünya semasına toptan
indirilmiş ve sonra peyderpey inmeye başlamıştır veyahut da Kur’an bizzat bu
ayda inmeye başlamıştır. Bundan önce tanımaya çalıştığımız Alak sûresinin ilk
âyetleri bu ayda ve bu gecede Rasûlullah Efendimize inmeye başlamıştır. Artık bu
ayın şerefinden dolayı mı bu ayda Kur’an inmeye başlamıştır, yoksa Kur’an
indiğinden dolayı mı bu ay şeref kazanmıştır, bunun tartışmasına girmenin
anlamsızlığını kabul ediyoruz. Bu ayda Kur’an inmeye başlamıştır, bunun ötesinde
de elimizde başka bir delil yoktur.
Duhân
sûresindeki âyet-i kerîmede de Rabbimiz Kitabını indirdiği geceyi anlatırken
şöyle buyurur:
“Apaçık olan Kitaba andolsun ki, Biz onu,
kutlu bir gecede indirdik. Doğrusu Biz, insanları
uyarmaktayız.”
(Duhân 13)
Mübîn olan, beyanı açık olan kitaba yemin olsun ki…
Apaçık kitaba yemin olsun ki… İfadeleri açık ve parlak olan, inzali de,
içindekiler de gün kadar apaçık olan kitaba yemin olsun ki... Birbirini
açıklayan kelimelerden, âyetlerden meydana gelen kitaba yemin olsun ki… İçinde
insan yazgısı bulunan, insanın hayat programı bulunan ve kıyâmete kadar
insanlığın tüm problemlerini çözecek ve kıyâmete kadar bir harfine bile halel
gelmeyecek olan, kalpte olan, kabulde olan, kapalılığı olmayan, insanları
şaşkınlığa düşürecek bir bulanıklılığı olmayan kitaba yemin olsun ki, biz onu
mübârek bir gecede indirdik.
Kur’an’ın
indirildiği bu gecenin Berat gecesi mi, yoksa Kadr gecesi mi olduğu konusunda
ihtilâflar vardır. Bu konudaki ihtilâfın ya da anlayış farklılığının sebebi işte
bu âyet-i kerîmedir. Kimileri bu âyete dayanarak Kur’an-ı Kerîm’in indirildiği
gecenin Berat gecesi olduğunu, kimileri de Bakara sûresindeki Kur’an’ın Ramazan
ayında indirildiğini anlatan 185. âyeti ve de Kadr sûresinde onun Kadr gecesi
indirildiğini anlatan âyetine dayanarak Ramazan ayında ve Kadir gecesinde
indirildiğini iddia etmektedirler. Bir başka rivâyette de Kur’an-ı Kerîm Berat
gecesi toptan ve bir çırpıda dünya semasına indirilmiş, dünya semasından da
Rasûlullah efendimize Ramazan ayının Kadir gecesinde ilk defa indirilmeye
başlanmıştır. Yani Kur’an’ın bir toptan indirilişi vardır, bir de parça parça
Rasûlullah efendimize indirilişi vardır. İşte onun toptan indirilişi Berat
gecesinde, peyderpey indirilişi de Kadir gecesinde
olmuştur.
Bu kitap
mübârek bir gecede indirilmiştir. Ya da böyle mübârek bir kitap kendisinde
indirildiği için o gece mübârek bir gece oluyordu. Kitap indirildiği için o gece
bereketleniyordu. Öyleyse siz de bereketlenmek istiyorsanız, siz de hayatınızın
bereketlenmesini ve hayatınızın şeref kazanmasını istiyorsanız siz de o kitabı
hayatınıza indirerek bereketlendirebilirsiniz. Siz de elinize alırsanız bu
bereket kaynağını, siz de indirirseniz onu raflardan, siz de indirirseniz onu
hayatınıza, siz de onunla şerefleneceksiniz, sizin hayatınız da onunla
bereketlenecektir. Siz de indirgerseniz onu mutfağınıza, indirgerseniz meslek
hayatınıza, kazanmanıza, harcamanıza, eğitiminize, hukukunuza, küsmenize,
sevmenize o zaman sizin hayatınız da bereketlenecektir.
Unutmayalım ki bu kitabı hayatımıza indirdiğimiz gece
bizim de Kadir gecemiz olacaktır. Kadr u kıymet bilme gecesi… Bu kitabın
hayatımızdaki kadr-u kıymetini anladığımız ve onu elimize aldığımız gece bizim
için Kadir gecesi olacaktır. Kur’an’ın hayatımızdaki kadr-u kıymetini bilme ve
anlama gecesi. Değilse geceler hep aynıdır. O geceye tesadüf etmek fazla bir şey
ifade etmeyecektir.
Öyle değil mi? Muhammed bin Abdullah’ı Muhammed
Rasûlul-lah yapan aynı Kadir gecesi, Ebu Cehil’i de Ebu cehil olarak
bırakıyordu. Yani o gece kimilerinin hayatı bereketlenirken kimileri hep aynı
kalıyordu.
Bakın
Rabbimiz burada enzele ifadesini kullanıyor. Enzele, inzal, tenzil, tenzili
rütbe biliyorsunuz ki yüksekten indirmek anlamına geliyor. Rabbimiz biz onunla
yol bulalım, yolumuzu ona sorarak bulalım diye onu mele-i a’lâdan dünyaya
indiriyor. Öyleyse bizler de Rab-bimizin yaptığının tam tersini yapmaya
kalkmayalım. O indirirken biz kaldırmadan yana olmayalım. O indirirken biz
raflara kaldırmadan yana olmayalım. Kur’an’a hürmet, onu kimsenin el
değemeyeceği yüksek yerlere kaldırmak değil, sürekli onu el altında bulundurup
sürekli onu elden düşürmemeye ve onunla bilgilenmeye çalışmaktır. Biz de
indirelim onu hayatımıza, biz de alalım onu elimize ve en çok bu kitapla beraber
olalım ki onunla hayatımız bereketlensin, hayatımız şeref
kazansın.
Bir de
Kadir kelimesi takdir anlamına, kader anlamına gelir. Bakın bu husus Duhân
sûresinde şöyle anlatılır:
“Katımızdan bir buyrukla, her hikmetli
işe o gecede hükmedilir. Doğrusu Biz öteden beri elçiler göndermekteyiz. Eğer
kesin olarak inanırsanız bilin ki, bu senin Rab-binden, göklerin, yerin ve ikisi
arasında bulunanların Rabbinden bir rahmettir. O, işitendir,
bilendir.”
(Duhân 4)
Rabbimiz buyuruyor ki, her hikmetli iş bu gecede
ayrışır, ayrıştırılır. Her önemli muhkem iş, her sağlam iş o gece ayrıştırılır
ve takdir edilir. Her önemli iş icra edilmek üzere o gece karara bağlanır,
yazılır ve takdir edilir. Kâinatın kaderiyle, insanların ve tüm varlıkların
kaderleriyle ilgili olan tüm olayların bir yıllık takdiri, ya da
değerlendirilmesi bu gecede yapılır. Gelecek seneye kadar kulların kaderleri,
kulların rızıkları, ecelleri ve başlarına gelecekler, olup bitecekler ayrıntılı
bir şekilde bu gecede belirlenir ve karara bağlanır.
Katımızdan bir emirle. Katımızdan bir
emir, bir yürütme, bir yasama olarak, bir uygulama ve hikmet olarak cereyan
edecektir bu işler. Tüm bu işler, bu kararlar, bu kaderler Allah katındandır.
Her işin ötesinde Allah vardır. Her işin arkasında Rabbimizin işleyen eli
vardır. Kararlaştıran Allah’tır, takdir eden Allah’tır, yürüten Allah’tır,
yasaları belirleyen ve uygulatan Allah’tır. Bu işleri icra etmek üzere
meleklerine emreden Allah’tır. Yeryüzündeki elçilerine vahiy göndererek emreden
de Allah’tır. Yaratan O’dur, hayat veren O’dur ve öldüren de O’-dur. Her şeyi
bilen ve karara bağlayan O olduğuna göre hayatla, ölümle alâkalı tüm işleri
düzenleme hakkı da elbette O’na ait olacaktır. Yeryüzünde dalından düşen bir
yaprak, gökyüzünden yere düşen bir damla, insanın ağaran saçının bir teli,
yıldızlar, ay, güneş, bulutlar, rüzgarlar, dağ başında biten bir çiçek bile
O’nun emriyle gerçekleşmektedir. O’nun bilgisinin dışında, O’nun haberi olmadan
hiçbir şey gerçekleşemez. Her şey O’nun emriyle ve takdiriyle meydana gelir,
O’nun emriyle yaşar ve O’nun emriyle son bulur.
Ve biz elçiler göndeririz. Bu takdir
ettiğimiz şeyleri gerçekleştirmek üzere görevlendirdiğimiz meleklerimizi
göndeririz. Hani bu sûrede:
“Melekler ve Cebrâil o gecede
Rablerinin izniyle her türlü iş için inerler.”
(Kadr 4)
deniyordu
ya, işte aldığı her bir kararı uygulamak üzere Rab-bimiz elçilerini
gönderiyor.
Ya da şu
elimizdeki kitabında bizim kulluğumuz adına aldığı kararlarını bize ulaştırmak
ve insanlığı uyarmak üzere Rabbimiz bizim içimizden elçiler göndermektedir.
Bizim için uyarıcılar, Resuller göndermektedir. Allah’ın bizim içimizden seçip
bizi uyarmak ve bizim hayatımıza karışmak üzere gönderdiği elçilerinin tamamı,
kendisinin yeryüzünde istediği hayatı en güzel biçimde yaşayan, kendisinin
yeryüzünde bizden istediği kulluğu en güzel biçimde örnekleyen kullardır.
Yani bu Peygamberler sanki bizim için Rabbimizin
gönderdiği form dilekçelerdir. İşte bu elçilerime bakın ve aynen onlar gibi bana
kulluk yapın diye gönderdiği örnek insanlardır. Yeryüzünde Allah’ın istediği bir
hayatı, yeryüzünde Allah’ın razı olduğu bir insan tipini bizim gözümüzün önünde
canlandıran nümunelerdir bu elçiler. Ey Allah’ın kulları! Bana bakın! Beni
izleyin! Kulluğu benden öğrenin!
İşte kulluk budur! İşte Allah bundan razıdır! İşte
Rabbinizin rızası şöyle bir hayatın sonundadır! diyerek yeryüzünde kulluğun ve
teslimiyetin zirvesini gerçekleştiren Allah’ın bu elçileri kıyâmete kadar
insanlığın hiçbir itiraz haklarının kalmayacağı biçimde onlara hakkı
göstermişlerdir. Öyleyse bu elçiler ve bu elçilerin kendilerine Allah tarafından
gönderilen suhuflar ve kitaplar Rabbimizin yeryüzünde insanlığa açtığı en büyük
rahmet kapılarıdır.
İşte bu Rabbinden en büyük bir rahmet
ve berekettir. Kitabın indirilmesi mahza Rabbimizin rahmetinin eseridir.
Peygamberlerin gönderilmesi mahza Rabbimizin rahmetidir. Rabbimiz kullarını
karanlıklar içinde bocalar bir vaziyette bırakmak istemediği için kitabını
göndermiştir. Hakkı-bâtılı, doğruyu-yanlışı anlayabilmeleri için kullarına bu
kitabı göndermiş ve kendi bilgisiyle kullarını bilgilendirmiştir. Allah bu
elçilerini seçip bize göndermeseydi ve onları kendi bilgisiyle bilgilendirip
bize örnek yapmasaydı biz ne yapardık? Kim gibi olmaya çalışır, kimi örnek
alırdık? Allah’ı nerden bilebilirdik? Allah’a kulluğu nerden anlayabilirdik?
Cenneti nasıl elde edebilirdik? Âhirette cehennemden ve dünyada cehenneme benzer
bir hayatı yaşamaktan nasıl korunabilirdik? Yeryüzünde bu kadar mutlu bir hayatı
nasıl gerçekleştirebilirdik? Herkes kendine göre bir hayat yaşar, herkes kendine
göre örnekler bulur ve onlar gibi olmaya çalışırdı. Allah’ın seçip bize örnek
olarak gönderdiği ve hayatlarını onayladığı örnekler olmayınca da herkes kendi
hevâsına ve hevesine göre bir hayat yaşayacak, hırsızlar hırsızları, ayyaşlar
ayyaşları, zinacılar zinacıları örnek alacaklar ve asla Allah’ın rahmetine
ulaşma imkânı da bulamayacaklardı.
Ama Rabbimiz öyle merhametli ki, bize bizim içimizden,
bizim gibi insanlar seçerek örnek yapmış. Öyleyse bu sonsuz rahmet karşısında
bize düşen, Rabbimizin açtığı bu rahmet kapılarından istifade etmek ve Allah’ın
elçilerini tanıyarak aynen onlar gibi bir hayat yaşamaya
çalışmaktır.
Kadir
gecesini böylece ortaya koyduktan sonra Rabbimiz onun değerinin, şerefinin
yüceliğini anlatmak üzere buyurur ki:
Kadir gecesinin ne olduğunu sen bilir misin? Kadir
gecesi bin aydan daha hayırlıdır. Evet, içinde böyle mübârek bir gece bulunmayan
bin aydan daha hayırlıdır o gece. Tabii böyle bir gecede yapılacak hayırlı bir
iş, işlenecek sâlih bir amel, içinde böyle bir gecenin bulunmadığı bin aylık
ibadetten daha hayırlıdır.
Elbette
kişinin Allah’ın hayat programı olarak kendisine gönderdiği bu kitabın kadr u
kıymetini anladığı, bu kitapla beraber olduğu, kitabı eline alıp hayatına
indirdiği, tüm hayatına kitabın âyetlerini indirgemeye başladığı gece, kitapsız
geçen, kitaptan habersiz geçen bin aydan daha hayırlı ve bereketli olacaktır.
İnsanın anlamaya çalıştığı, kavramaya çalıştığı ve inancını, düşüncesini,
amelini kendisine dayandırmak üzere tanımaya çalıştığı her âyet ona yeniden
iniyor, yeniden ona vahiy geliyor demektir. Her âyetin indiği, her âyetin kişi
tarafından anlaşılıp idrak edildiği zaman o âyet tarafından bereketlendirilip
kıymetlendirilmektedir.
Unutmayalım ki bir tek âyeti anlayıp, idrak edip hayatı
onunla düzenleme kavgasına girdiğimiz zaman bile bilelim ki bizim için o âyetten
habersiz geçirdiğimiz bin aydan daha hayırlı ve bereketlidir. Yani her gece bize vahiy gelmelidir. Öyleyse soralım
kendimize, her gece bize vahiy geliyor mu, gelmiyor mu? Her gece vahiyle beraber miyiz, değil miyiz? Veya
ömrümüzde ne kadar Kâdir gecemiz var? Eğer gece Kur’an’la beraber değilsek,
Kur’an’ın kadr-u kıymetini bilememişsek ömrümüzde bizim hiç Kadir gecemiz yok
demektir.
Biliyoruz
ki Allah’ın Resûlü Allah’tan kendisine gönderilen vahyi gece kendisi okuyor, o
vahye kendisi tabi oluyor ve kendi kendine vahyi tekrar ediyordu. Yani Allah’ın
Resûlü her gece vahyi kendisine indirgiyordu. Şimdi ona indirilenin, ona
emredilenin aynısıyla sorumlu olan bizlere soruyorum. Acaba her gece bize de
vahiy geliyor mu? Her gündüz bize de vahiy geliyor mu? Acaba biz de tıpkı
Allah’ın Resûlü gibi gece ve gündüz vahiyle beraber miyiz? Her gecemizi Kadir
gecesi yapabiliyor muyuz? Vahyin gözetiminde ve Kur’an’ın kontrolünde bir hayat
yaşayabiliyor muyuz?
Yani şu anda bize vahiy geliyor mu ve gelen vahye tabi
olabiliyor muyuz? Sizler şu anda, gecenizde gündüzünüzde kimin vahyine
tabisiniz? Kimden vahiy alıyor ve hayatınızı onunla düzenlemeye çalışıyorsunuz?
Bizler kimin vahyine teslim oluyoruz? Yoksa gecemiz, gündüzümüz hep başkalarının
vahyine mi teslim olmuş? Yoksa şeytan vahiyleriyle mi besleniyoruz? Yoksa biz
başkalarının vahiylerinin kontrolünde bir hayat yaşıyoruz da müslümamız diye bir
de kendi kendimizi mi aldatıyoruz? Yoksa Allah’tan başka şeytan vahiyleriyle
meşgul olup da hayatımızı onlarla mı düzenlemeye kalkıyoruz? A.B.D’ den,
Avrupa’dan, Yahudi dünyadan, Hıristiyan âlemden, Zerdüştlerden gelen vahiylere
mi tabi oluyoruz? Bu vahiyleri dinliyor da hayatımızı onlar kaynaklı mı
düzenlemeye çalışıyoruz? Bunu çok iyi düşünmek ve anlamak zorundayız.
Başka
çaremiz yok, her gün bize vahiy gelmelidir. Her gece, her gündüz biz Allah’ın
vahyiyle beraber olmalıyız. Her gece ve gündüz bize Bakara, Âl-i İmrân, Nisâ,
En’âm inmelidir. Her gece ve gündüz bu Allah vahyiyle beraber olmak zorundayız.
Beraber olmak zorundayız ki, bizler bu vahye uyabilelim. Bize her gece ve her
gündüz vahiy gelmeli ki hayatımızı onunla düzenleyebilelim.
Gecemizi-gün-düzümüzü, işimizi-aşımızı, hayatımızı onunla düzenleyebilelim.
Değilse Allah vahyiyle ilgimizi kesersek Allah korusun o zaman şeytan vahiyleri
gündeme gelir ki biz onlarla hayatımızı düzenlemek zorunda kalırız. Eğer
hayatımızı düzenlemek üzere Allah’tan gelen vahiyler hayatımıza hakim olmazsa,
eğer bu vahiyler bize inmeye devam et-mezse, eğer gece gündüz kitapla beraber
olamazsak o zaman onlar bizim hayatımıza egemen olamaz, kitabın âyetleri
hayatımızda bize yol gösteren imamımız olamaz ve biz onların egemenliği altında
bir hayat yaşayamayız. Başka vahiyler bizim hayatımıza hakim olur ve biz
başkalarının kulu, kölesi olmaktan kendimizi hiçbir zaman kurtaramayız.
Allah
kitap göndermiş. Peki niye göndermiş kitabı? Kitapla amel edilsin, Kitap
yürürlüğe konulsun, Kitapla insanlık hayat programlarını belirlesinler ve
kitapla yol bulsunlar diye. Bu kitap hak olarak indi, bâtıl olsun diye, oyun
eğlence olsun diye gelmedi. Yeryüzünde zulüm ve haksızlıklar hakim olsun,
yeryüzünde bozgunculuk olsun diye gelmedi. Bu kitapla yeryüzüne hakim olanlar
yeryüzünde adâleti, özgürlüğü, hürriyeti hakim kılsınlar ve insanlar rahat bir
şekilde Allah’a kulluk yapsınlar ve de aralarındaki problemlerini bu kitaba göre
çözümlesinler diye Allah bu kitabı göndermiştir.
Öyleyse insanca, müslümanca bir hayat yaşamak,
hayatımızı bereketlendirmek, gecelerimizi Kadir gecesine çevirmek istiyorsak,
her birimiz nereden yönelirsek yönelelim bu kitaba yönelmek zorundayız. Bir ip
var ki gökyüzünden arza uzatılmış, çukurun içinde olan herkes ona uzanmak
zorunda. Herkes ona ulaşabilir, çöllerde olanlar ona ulaşabilir, kutuplarda
olanlar ona ulaşabilir, dağlarda olanlar ulaşabilir, buzullarda olanlar
ulaşabilir.
Yeryüzünün neresinde olursak olalım bu ip her zaman
gözümüzün önündedir. Yeter ki biz samimiyetle kurtulmak için bu kitaba kulak
verelim. Samimiyetle bu kitabı elimize alalım. Hayatımızı onunla düzenlemek
üzere bu kitaba müracaat edelim. Bu kitabı menfaatlerimize satmayalım, bu kitaba
sadece kendi dünyamız için müracaat et-meyelim, azgınlaşmayalım, samimi olalım
bu konuda. Kesinlikle böyle olursak Rabbimiz bu kitapla bizi hidâyete erdirecek,
bize yol gösterecek, bizim bu kitapla beraber geçen her gecemizi Kadir yapacak
ve bizim bütün problemlerimizi halledecektir.
Melekler ve Ruh o gecede Rablerinin izniyle her türlü iş
için inerler. O gece, tan yerinin ağarmasına kadar bir
esenliktir.
Kadir
gecesinde meleklerin yeryüzüne inmesinden söz ediyor Rabbimiz. Meleklerle
birlikte Ruh da iner. Buradaki Ruhla alâkalı şunlar söylenmiş. Bu Ruh
Cebrâil’dir. Meleklerle birlikte o gece Cebrâil (a.s) da inmektedir. Veya
buradaki Ruh, ravh kelimesinin türevidir ve rahmet-i İlâhiyedir. Yani o gece
Rabbimizin Rahmeti ve bereketi meleklerle birlikte yeryüzüne inmektedir.
Meleklerin büyüklerinin kastedildiği söylendiği gibi, meleklerin bir bölümü
olduğu da söylenmiştir.
Evet
melekler ve ruh Allah’ın izniyle, Allah’tan aldıkları müsaadeyle yeryüzüne
inerler de inerler o gece. Peki bu melekler ve ruh ne için
iner?
Selâm, selâmet olan her bir iş için.
Her bir hayırlı iş için. Melekler, bereket için inerler. Selâm için, selâmet
için, esenlik ve huzur için inerler. Hadislerden de anladığımız gibi Kur’an
okuyan mü’mini dinlemek, Kur’an’daki Allah’ın emirlerini zikreden, Allah’ın
kendilerinden istediği hayatı zikredip, hatırlayıp onu yaşama kavgası veren
zikir ehlinin zikirlerine katılmak için inerler.
Biz
biliyoruz ki melekler mü’minlerin hizmetindedirler. Hani Bakara’da Rabbimiz
meleklere Adem’e secde emrini verdiğini anlatıyordu. Secdenin bir mânâsı da
yöneliştir. Allah meleklerine Adem’e yönelmelerini emrediyordu. Bunun anlamı, ey
benim meleklerim, şu andan itibaren hareketleriniz, yaşayışlarınız Adem’e doğru
olacaktır demektir bunun mânâsı. O ana kadar meleklerin bir görev alanları vardı
o da sadece Allah’ı tesbih ve takdis.
Ama sanki insanın yaratılmasından sonra Rabbimiz
meleklere ikinci bir görev mahalli daha belirliyor ki, o da Adem’e, insana doğru
oluş, insanın hizmetine giriştir tabiri caizse. Bakıyoruz Cebrâil’in işi Adem’e
doğru, yani vahiy getirmek, Azrail’in işi bu, Azrail’in işi de insana yönelik,
bizim canlarımızı almaya yönelik. Mîkâil’in işi bu. O da bizim karımızı,
boramızı, rüzgarımızı ayarlamaya görevli. İsrâfil bizim surumuzu üfürmekle
vazifeli, sağımızdaki solumuzdaki melekler bizim hesabımızı tutmakla görevli,
Hafaza melekleri bizi korumakla görevli. Sanki Kur’an’da bize tanıtılan bütün
meleklerin görevi Adem’e, insana doğru yöneliktir. İşte âyetin mânâsını da böyle
anlamaya çalışıyoruz. Yani insan için hayırlı her bir iş için melekler o gece
yeryüzüne inerler.
Meleklerin inişlerini, inişlerindeki hikmetleri anlatırken Kur’an-ı
Kerîm’in başka yerlerinde Rabbimizin şunları buyurduğunu biliyoruz.
Evet Rabbimiz buyuruyor ki, her hikmetli iş bu gecede
ayrışır, ayrıştırılır. Her önemli muhkem iş, her sağlam iş o gece ayrıştırılır
ve takdir edilir. Her önemli iş icra edilmek üzere o gece karara bağlanır,
yazılır ve takdir edilir. Kâinatın kaderiyle ilgili olan, insanların ve tüm
varlıkların kaderleriyle ilgili olan, tüm olayların bir yıllık takdiri, ya da
değerlendirilmesi bu gecede yapılır. Gelecek seneye kadar kulların kaderleri,
kulların rızıkları, ecelleri ve başlarına gelecekler, olup bitecekler ayrıntılı
bir şekilde bu gecede belirlenir ve karara bağlanır. İşte karara bağlanan bu
konuları uygulatmak üzere Rabbimiz meleklerini
göndermektedir.
Yine
meselâ Fussilet sûresinde Rabbimiz meleklerin inişlerinin sebeplerinden birisini
şöyle anlatır:
“Rabbimiz Allah’tır” deyip sonra da
doğrulukta devam edenlere gelince, onların üzerine melekler iner ve derler ki:
“Korkmayın, üzülmeyin, size vaadedilen cennetle sevinin! Biz dünya hayatında da,
âhirette de sizin dostlarınızız. cennette sizin için canınızın çektiği ve
istediğiniz her şey vardır.”
(Fussilet
30)
Bakın
melekler ne için iniyorlarmış. Melekler o mü'minlere derler ki: "Ey mü'minler!
Korkmayın! Üzülmeyin! Size vaadedilen cennetle sevinin! Rabbinizin
mükafatlarıyla sevinip coşun! Bizler dünya hayatında da, âhirette de sizin
dostlarınızız. Yani biz melekler siz mü'-minlerin velîyy’ül emirleriniziz.
İşlerinizi üstlenen, sizlere yardım eden, sizler adına iş yapan, sizleri
koruyan, muhafaza eden varlıklarız.
Peki
acaba ne zaman iner bu melekler? Ya da ne zaman bu müjdeyle gelecek melekler?
Kimileri ölüm anında bu melekler mü'-minlerin yanına inecek ve bu müjdeyi
verecektir, demişler. Ölüm anın-da mü'minlerin yanı başlarına gelecekler ve
diyecekler ki, biz sizin dünyadayken dostlarınızdık. Sizi koruyor ve Allah’ın
izniyle sizi hakta tutmaya, doğrultmaya çalışıyorduk. Sakın korkup üzülmeyin,
aynı şekilde bundan sonra da sizinle beraber olacağız. Kabirde de, âhirette de
sizinle beraber olacağız. Sizi kolayca sırattan geçirip cennete ulaştıracağız ve
orada canlarınızın çektiği her şey vardır diye müjdelerler.
Kimileri mezardayken mü'minlerin yanına gelecekler,
onları orada yalnız bırakmayacaklar ve bir dediklerini iki etmeyecekler.
Ra-sûlullah’ın bir hadislerinden anlıyoruz ki, kabirde iki melek mü'minin yanına
gelir, onu hoş bir edayla karşılarlar ve derler ki: “Sakın üzülme, Allah’ın sana
vaadettiği cennetle sevin.” Böylece Allah, o mü'mi-nin korkusunu emniyete,
üzüntüsünü de sevince çevirir, onun gözünü, gönlünü aydın eder buyurulmaktadır.
Kimileri mü'minlerin yeniden dirilmeleri anında bu
melekler gelip bu müjdeyi verecek demişlerdir. Yani onlara gidecekleri yer
konusunda hiç korkmamalarını söylerler. Tüm kötülüklerin sona erdiğini, tüm
sıkıntıların, tüm meşakkatlerin bittiğini ve bundan sonra sonsuz hayırların
başladığını haber verirler. “Arkada bıraktıklarınız konusunda da üzülmeyin, biz
onları koruyacak halefler bıraktık” derler.
Kimileri de hem ölüm anında, hem mezardayken, hem de
dirilme anında melekler gelecek demişlerdir. Ama âyetin ifadesinin mutlak
oluşuna bakılırsa dünyada her an meleklerin mü'minlere geldiğini anlıyoruz.
Sürekli gelirler ve derler ki: “Korkmayın ey müslümanlar! Mahzun da olmayın! Ne
geçmişiniz konusunda ne de geleceğiniz hususunda endişe etmeyin! Sizler Allah
yolunda olduktan sonra, hayatınızı Allah için yaşadıktan sonra, Sırat-ı
Müstakimde olduktan sonra geçmişiniz konusunda da, geleceğiniz konusunda da
kabir konusunda da hiçbir endişeniz olmasın! Vaadolunduğunuz cennetle sevinip
coşun!”
Yine
bakın Mü’min sûresinde de meleklerin bizimle ilişkilerini Rabbimiz şöyle
anlatır:
“Arşı taşıyan (Melek)ler ve çevresinde
ve bulunan melekler Rablerini hamd ile tesbih ederler ve ona inanırlar. Ve
mü’minler için de şöyle istiğfar ederler: “Ey Rabbimiz senin rahmetin ve ilmin
her şeyi kuşatmıştır. O tevbe edip senin yoluna uyanları bağışla, onları
cehennem azabından koru.”
(Mü’min
7)
Mü'min
sûresinin bu bölümünde Rabbimiz arştan ve arşı taşıyan meleklerden söz ediyor.
Arşı da, arşın taşıyıcısı olan melekleri de bu meleklerin arşı nasıl
yüklendiklerini de arşın çevresindekileri de bilmiyoruz, bilmemiz de mümkün
değil. İşte bu meleklerin iki görevinden söz ediyor
Rabbimiz.
Birincisi:
“Rablerini hamd ile tesbih ediyorlar ve ona
iman ediyorlar.”
Bu
melekler Rablerini tesbih ediyorlar. Yani bu melekler Allah’ın müslümanlardan
istediği bir görevi yerine getiriyorlar. Süb-hanallah diyorlar. “Ya Rabbi seni
tesbih ederiz” diyorlar. “Ya Rabbi sen seni nasıl tanıttıysan seni öylece kabul
ediyoruz, sen seni hangi sıfatlarla muttasıf olarak bildirmişsen, hangi
sıfatlardan münezzeh olarak anlatmışsan sana öylece iman ediyoruz” diyorlar. “Ya
Rabbi seni senin sıfatlarınla tanıyor, sana lâyık olmayan, sana yakışmayan
noksan sıfatlardan tenzih ederiz” diyorlar. “Seni, sıfatların konusunda tam ve
mükemmel kabul ediyoruz,” diyorlar. “Sana ait olan sıfatları asla başkalarına
vermeyiz, senin sıfatlarını parçalamayız, Senin sıfatlarından bazılarını senden
başkalarına dağıtarak sana şirk koşmayız. Ya Rabbi üstünlük sendedir, güç kuvvet
sendedir, ceberut, azamet sendedir, kulluk, itaat, ibadet sanadır” diyorlar.
Senden başkalarını dinlemeyiz. Senden başkalarına ibadet ve itaat etmeyiz,
diyorlar.
Bu
meleklerin ikinci görevleri de:
“Mü’minlere şöyle istiğfar
etmektedirler.
“Ey Rabbimiz! Senin rahmetin ve ilmin
her şeyi kuşatmıştır.”
“(Ey Rabbimiz!) (Kullarından) Tevbe
edenlere ve senin yoluna tabi olanlara mağfiret buyur ve onları cehennem
azabından koru!”
Görüyor
musunuz bu meleklerin ikinci görevi de buymuş. Müminler için istiğfarda
bulunmak. Bu melekler Allah’ın affının Allah’ın mağfiretinin yeryüzündeki
mü'minlere ulaşması için Allah’a dua ediyorlar. Bu ne büyük bir şeref değil mi?
Arşın taşıyıcısı olan melekler ve arşın etrafındaki bu azîm kullar yeryüzünde
Allah’tan başka hiç kimsenin önünde eğilmeyen, sadece Allah önünde eğilen,
yeryüzünde Allah’tan başkalarına asla kulluk yapmayan, Allah’tan başkalarının
kıblelelerine yönelmeyen müslümanlar için dua ediyorlar, müslü-manlar için
istiğfarda bulunuyorlar. Ve iman konusunda, kulluk konusunda mü’minlerle
birleşerek, mü’minlerle bütünleşerek onlara güç ve kuvvet kazandırmakta, destek
oluşturmaktadırlar.
Şimdi
yeryüzünün en küçük bir köyünde etrafını saran sayısız kâfirlerin arasında
kalmış, kendisine arkadaşlık edecek, inancını paylaşacak hiç kimsesi bulunmayan
ve çevresindeki kâfirlerin çokluğu, güç ve kuvvetlerinin büyüklüğü karşısında ne
yapacağını bilemeyen yapayalnız bir mü'min düşünün. Tüm dünya kendisine karşı
yabancı. Şimdi bu müslüman Rabbine açılan evinin içinde bu kitabı eline alıyor
ve bu kitabın âyetlerini okurken Mü'min sûresindeki bu âyetlere geliyor. Bu
âyetle anlıyor ki kendi imanına benzer bir imanla arşın taşıyıcısı olan o azîm
melekler de iman ediyorlar, kendi tesbihine benzer bir tesbihle o melekler de
Allah’ı tesbih ediyorlar.
O bunu âdeta gözleriyle görüyor, onların tesbihlerini
kulaklarıyla duyuyor ve öyle bir ruh hali kazanıyor ki, âdeta o küçücük evin
içinde, o küçücük köyün içinde o kadar yükseliyor o kadar büyüyor ki, karşısında
evler küçülüyor, köyler küçülüyor, dağlar, çöller, ülkeler, devletler, dünya
küçülüyor, semavat dürülüyor gözünün önünde, etrafını saran kâfirler onun
karşısında âdeta sinek kadar küçülüveriyor. Her şey küçülüyor gözünde ve o
mü'min kendi büyüklüğünü anlıyor. Bir mü'min olarak kendisini arşın
taşıyıcılarının safında hissediyor.
Bunu önce bu mü'min kendi iç dünyasında hissediyor,
sonra ailesine duruyor, sonra toplumuna duyuruyor, sonra tüm dünyaya bunu ilân
ediyor. Diyor ki: “Ey insanlar! Gelin, izzet ve şeref Allah’tadır! İzzet ve
şeref Allah’a imandadır! İzzet ve şeref Allah’ın kitabından haberdar olmadadır!
İzzet ve şeref peygamberde ve ona iman eden mü'minlerdedir! Gelin siz de iman
edin ve benim ulaştığım yüceliklere ulaşın! Gelin siz de iman edin, benim
ulaştığım şerefe ulaşın!”
Meleklerin duaları devam ediyor:
“Ve o kullarını kötülüklerden koru. O
gün sen kimi kötülüklerden korumuşsan gerçekten ona rahmet etmişsindir. İşte
büyük kurtuluş ve mutluluk budur."
Bakın
diyor ki melekler, “Ya Rabbi mü'minleri her türlü kötülüklerden sen koru. Sen
kimi kötülüklerden korumuşsan o gün muhakkak ki onu rahmetine mazhar etmiş
olursun. İşte bu da en büyük kurtuluştur.”
Evet
onları tüm kötülüklerden koru ya Rabbi. Şu anda yaşadığınız dünyada, yaşadığınız
hayatta, yaşadığınız çevrede çaresizlik mi izhâr ediyorsunuz? Sıkıntı içinde
olduğunuzu mu iddia ediyorsunuz? İçinde bulunduğunuz bu sıkıntılardan bu
dertlerden nasıl kurtulacağınızı, çevrenizi saran ve sizi boğacak noktaya gelen
bu ahlâksızlardan ve ahlâksızlıklardan nasıl kurtulacağınızı, nasıl
korunacağınızı mı soruyorsunuz? Bu günah çemberinden, bu isyan ateşinden, bu
küfür pisliklerinden nasıl korunacağız mı diyorsunuz? Bu dünyanın aldatıcı
zevklerinden, bu nefsin öldürücü arzu ve isteklerinden, bu şeytanların
tuzaklarından, bu zalimlerin, bu kâfirlerin desiselerinden nasıl korunacağız,
nasıl kurtulacağız? Bu barikatlardan, bu ağlardan nasıl kurtulup da Rabbimize
kulluk yapacağız mı diyorsunuz? Fert olarak, toplum olarak tüm bu belâlardan
nasıl korunacağız mı diyorsunuz?
İşte bunun çaresini bakın Rabbimiz söylüyor. Eğer bizler
içimizle dışımızla yönelebilirsek, tüm bu pisliklerden iraz edip samimiyetle
Rabbimize yönelebilirsek bilelim ki arşın meleklerinin desteği bize ulaşacak ve
Allah bizi tüm bu kötülüklerden, tüm bu pisliklerden koruyacaktır. Bakın
Allah’ın melekleri bizim adımıza bizim kötülüklerden korunmamız konusunda
Rabbimize dua ediyor.
Melekler
kendileri gibi Allah’a kulluk yapan insanlara dua etmek, onlar hakkında
istiğfarda bulunmak, onlara selâm vermek, onların ibadet, zikir meclislerine
katılmak için inerler de inerler o gece.
Bu selâm
işi, ta fecrin tuluuna kadar devam eder. Meleklerin mü’minleri selâmlamalarından
ötürü o gece sabahına kadar selâmdır, selâmettir,
esenliktir.
Veya:
O gece her bir iş konusunda selâm,
selâmetlik ve esenlik vardır.
Tabi
selâm, barış anlamına gelen silm, İslâm, teslim ve cennet anlamlarına
gelmektedir. Cennetin bir adı da biliyoruz ki Dâru’s Selâm’dır. Öyleyse melekler
mü’minlere bunları tavsiye ediyorlar, mü’-minler için esenlik diliyorlar,
teslimiyet diliyorlar, cennet diliyorlar.
Yarın gece inşallah kadir gecesi ve ben Kadir süresini okuyorum,anlatacağım Allahın izni ve yardımıyla.Bu sene Ramazan corona virüs salgını yüzünden evlerde idrak edildi.Sohbetler sosyal medya üzerinden yapıldı.Rabbim bizi affetsin,felaha ulaştırsın.Amel ve dualarımızı kabul eylesin.Dünya ve ahirette af ve afiyet versin.Bu sureyi de çok güzel anlatmış hocamız. Bu vesileyle merhum Ali Küçük hocamıza dualar yolluyorum: Allah razı olsun. Sadakai cariye olarak kabul etsin,rahmetiyle muamele etsin, mekanını cennet eylesin
YanıtlaSilRabbim size rahmet eylesin mekanınızı Cennet, makamınızı âli eylesin.Rabbim bizleri Kur'an ve Sünnet yolundan ayırmasın. Rabbim bizleri Cennet'te Liva-ül Hamd sancağı altında haşr-u cem eylesin.
YanıtlaSil