SECDE SÛRESİ
         Mushaf’taki sıralamaya göre kitabımızın 
32, nüzûl sıralamasına göre 75, mesânî kısmının 
birinci sûreler grubunun dördüncü sûresi olan Secde sûresi Mekke’de nâzil 
olmuştur.  Âyetlerinin sayısı 30 
dur.
“Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın 
adıyla”
Hamd yalnız ve yalnız âlemlerin Rabbi olan Allah’a 
mahsustur. Salât ve selâm Allah’ın Rasûlüne ve Onun pak aile halkına ve ashabına olsun. 
Rabbimiz bizden kabul buyur. Çünkü sen her şeyi işitensin, her şeyi 
bilensin.
Adını 
15. âyetinden alan Mekke’de nâzil olmuş, 30 âyetlik bir sûrenin huzurundayız. 
İnşallah sûrede Rabbimizin bize sunduğu bilgilerle şereflenmek üzere bu haftadan 
itibaren bu sûreyi tanımaya başlayacağız. Bu sûrede Rabbimiz kullarının tevhid, âhiret ve risâlet konularındaki şüphelerini gidermeyi murat 
etmektedir. Bu konularda çok açık deliller, bilgiler sunarak kalplerin 
itminanını gerçekleştirmek istemektedir. Zira bu dönemde gelip peygamber 
efendimizin mesajını onun ağzından dinleyen Mekke müşrikleri şüphe ve 
tereddütlerini or-taya koyarak şöyle diyorlardı: Yahu 
bu adama da ne oluyor? Bazen ölüm ötesi hayattan söz ediyor, öldükten sonra 
diriliş olacağını, orada tüm yaptıklarımızdan hesaba çekileceğimizi söylüyor. 
Tüm vücutlarımız toprağın altında çürüyüp gittikten sonra yeniden dirileceğini 
iddia ediyor. Bu nasıl mümkün olacak? Hiç çürümüş kemikler tekrar dirilir mi? 
Bunu akıl mantık kabul eder mi? Sonra bir bakıyoruz, göklere ve yere egemen bir 
tek İlâh olduğunu söylüyor. Sözü dinlenecek, arzuları ve hayat programı 
uygulanacak bir tek ilahınız var diyor. Biz yüzlerce ilahla işlerimizi düzene 
koyamazken, bu bir tek ilahla bu işi nasıl halledecek? Öteki ilahlarımız ne 
olacak? Biz onları da dinlemek zorundayız. Onları da razı etmek zorundayız. 
Hayatımızda onlara karışma alanı tanımak zorundayız. Sonra bu adam; size 
okuduğum bu sözler Allah’tandır diyor. Bu nasıl mümkün olabilir? Allah hiç vahiy 
gönderir mi? Hiç yerdekilerle konuşur mu? Bizim hayatımıza karışmak üzere hiç 
kendi bilgisini gönderir mi? Diyorlar, bu konularda şüphelerini ortaya 
koyuyorlardı.
Bütün 
bu söylediklerine karşılık Rabbimiz bu sûresinde diyor ki; ey kullarım, hiç 
şüphe etmeyip kesinlikle bilesiniz ki bu sözler bendendir. Bu sözler, bu 
âyetler, bu mesaj kullarımı gafletten uyandırmak için benim gönderdiğim 
mesajdır. Bunları sizin gibi bir beşerin söylemesi asla mümkün değildir. 
Bunların benden oluşu gün kadar açık ve kesin iken nasıl oluyor da bundan şüphe 
ediyorsunuz? Denilmektedir.
Sonra 
böyle şüphe içinde olanların akıllarının erdirilmesi için şu sorular 
sorulmaktadır: Aklınızı kullanıp bu âyetlerin bir beşerden değil de benden 
oluşunu düşünmez misiniz? Gökler yüzüne ve yeryüzüne bakın. Onların nasıl 
yaratıldığını düşünün. Onlar üzerinde egemen olan düzene bir bakın. Sonra kendi 
bünyelerinize bakın. Organlarınızın düzenini üzerinde düşünün. Bu harikulâde 
düzen bir tesadüfe verilebilir mi? Kâinattaki bu düzen şirke mi daha uygun, 
yoksa tevhide mi? Şirke mi delil, yoksa imana mı? Bu kâinatı ve onun içinde 
sizleri var eden bir Allah’ın öldükten sonra sizleri tekrar dirilmesi çok mu 
imkânsız geliyor? Halbuki zor ise ilk defa yaratmak zordur ve işte görüyorsunuz 
ki Allah bu zor dediğinizi başarmış ve tüm varlıklarını yaratmıştır. 
Sonra 
âhiretten bir tablo sunuluyor. İmanın ve küfrün, 
tevhidin ve şirkin akıbetleri gözler önüne seriliyor. Buyurun bunlardan 
hangisine razıysanız ölmeden önce tercihinizi yapın deniliyor. Sonra Rab-bimizin kullarına karşı son derece merhamet sahibi olduğu 
gündeme getirilerek deniliyor ki; Allah, hatalarından, günâhlarından ötürü hemen 
kullarını cezalandırmaz. Merhameti gereği hemen günâhkarların defterlerini 
dürüvermez. Onlara fırsat tanır, imkân verir. Hattâ onlar lehine onlara bu 
dünyada akıllarını başlarına getirecek, uyanmalarını sağlayacak bir takım 
musibetler, hastalıklar, sıkıntılar gönderir. Belki böylece kendilerine 
gelirler, gaflet uykusundan uyanırlar da Rablerine kulluğu yönelirler diye 
önceden onları uyarır buyuruluyor. 
Daha 
sonra, önceki sûrelerde tekrar edilen bir konu burada bir daha gündeme 
getirilir. O da, bu kitap insanlığa ilk defa gönderilmiş, ilk defa duyulmuş, 
görülmüş bir kitap değildir. Hepinizin bildiği gibi daha önce Musa aleyhisselâma da Tevrat gönderilmişti. Bunun garipsenecek 
neresi vardır? Eğer bu son kitaba ve onun tebliğcisine iman eder, onlar 
rehberliğinde bir hayata evet derseniz, kesinlikle bilesiniz Musa aleyhisselam dönemindeki liderlik size verilecektir. Üstün 
olanlar, aziz olanlar sizler olacaksınız. Yok eğer reddederseniz tıpkı öncekiler 
gibi helâk edileceksiniz denilmektedir.
Daha 
sonra Mekke müşrikleri yakın çevrelerinde helâk olmuş toplumlar üzerinde 
düşünmeye dâvet edilmektedirler. Ey müşrikler, seyahatlerinizde yakınlarına 
uğrayıp geçtiğiniz yerlerde yere batırılmış kavimleri 
görmüyor musunuz? Onların kemikleri üzerinde yürümüyor musunuz? O ibret 
levhalarına bakıp ibret almıyor musunuz da aynen onlar gibi inatçı tavırlar 
takınarak kendi helâkinize davetiye çıkarma-ya mı 
çalışıyorsunuz? Denildikten sonra, son bölümde de Resûl-i Ek-rem Efendimizin şu konuya dikkati çekiliyor: Ey peygamberim, 
bu in-sanlar seni ve söylediklerini alaya alıyorlar. Onlara de ki; ey kâfirler, 
sizin ve bizim hakkımızda son hüküm verildiğinde, artık bunun size hiçbir 
faydası olmayacak. Gelin iş işten geçmeden iman 
edecekseniz şimdi iman edin. Yok eğer bu boş inatlarınızı sürdürüp son hükmü 
bekleyecekseniz, haydi bekleyin bakalım. İşte bu minval üzere devam eden sûrenin 
âyetlerini tek tek tanımaya başlayalım 
inşallah.
1. “Elif Lâm 
Mîm”
         Elif Lâm Mîm ile başlayan Mekkî sûrelerin dördüncüsü ile karşı karşıyayız. Ankebût, Rum ve Lokman’dan sonra 
şimdi de Secde sûresini tanımaya çalışacağız inşallah. Rasûlullah efendimizin yatsı namazından sonra yatağımıza 
yatmadan önce okumamızı tavsiye ettiği Mekke dönenimin ortalarında nâzil olmuş 
tevhid, âhiret ve Risa let konularını en güzel bir biçimde 
zihinlerimize yerleştiren 30 âyetlik bir sûre. İman etmek ve amele dönüştürmek 
üzere anlamaya çalışalım inşallah. Hurufu mukatta âyetinden sonra Rabbimiz diğer sûrelerin pek çoğunda 
olduğu gibi kitabına dikkat çeker:
2. “şüphe götürmeyen Kitap, 
âlemlerin Rabbinin indirdiğidir.”
         Şüphe yok ki bu Kur’an’ın indirilişi âlemlerin Rabbi olan Allah’tandır. Hiç 
şüpheniz olmasın ki bu kitabı Allah indirmiştir. Bu kitap Allah kitabıdır, bu 
sözler Allah sözleridir. Göklerin ve yerin, arşın ve kürsi’nin, doğuların ve bâtıların, meleklerin ve cinlerin, 
insanların ve varlıkların Rabbi olan Allah’ın indirmesidir bu kitap. Bu kitabın 
indirilişi konusunda hiçbir Meleğin, hiçbir cinin, hiçbir insanın ve varlığın 
yetkisi yoktur. Bunu bir beşerin veya başka bir varlığın söylemesi mümkün 
değildir. Böyle bir sözü, böyle bir kitabı Muhammed’in uydurması asla mümkün 
değildir. Zaten sizler bu kitap kendisine vahy 
edilmeden önce peygamberden böyle bir söz duymuş da değilsiniz. Peygamberin 
üslûp ve belâğati ile bu kitap tamamen farklıdır. Bir 
beşerin bu tür sözleri söylemesi, bu tür hükümleri bilmesi kesinlikle mümkün 
değildir. Hal böyleyken, bugün kadar açıkken:
3. “Onu 
peygamberin kendisi uydurdu" diyorlar, öyle mi? Hayır; ey Muhammed! O, senden 
önce bir peygamber gönderilmemiş olan bir milleti uyarman için sana Rabbinden 
gelen bir gerçektir. Belki artık doğru yolu bulurlar.”
         Onu Muhammed kendisi uydurdu mu 
diyorlar? Yoksa o Mekkeliler bu kitabı Muhammed uydurdu demeye mi çalışıyorlar? 
Bu kitabı Allah’tan başka birisinin indiremeyeceği, bu sözleri Allah’tan başka 
hiç kimsenin söyleyemeyeceği bu kadar açık seçikken bunu Onun uydurup Allah’a 
izafe ettiğini mi demeye çalışıyorlar? Böyle bir suçlamayı yaparken hiç 
düşünmüyorlar, hiç utanmıyorlar mı bu adamlar? Hayır hayır bilâkis bu kitap Rabbinden bir Haktır. Rabbin katından 
indirilmiş hak ve gerçek bir kitaptır bu kitap. Senden önce kendilerine hiçbir 
uyarıcı gelmemiş bir kavmi onunla uyarasın diye Rabbinden hak olarak, haklı 
olarak, hukuk olarak gelmiştir bu kitap. Belki bu insanlar onunla hidâyeti 
bulurlar, doğru yola ulaşırlar, yollarını bu kitapla aydınlatırlar, hayatlarını 
bu kitapla düzenleyip düzene koyarlar, bu kitabın pratik uygulaması olan Resûlün 
yoluna tabi olurlar da dünyalarını da kazanırlar, âhiretlerini de kazanırlar diye indirilmiş bir kitaptır bu. 
         Evet işte kitap budur. Kitap 
Allah’tandır ve geliş gâyesi de insanlığı hidâyete ulaştırmak, insanlığın 
dünyasını ve âhiretini güzelleştirmektir. Dün bu kitap 
hakkında insanlar bir şeyler söylüyorlardı. Bakıyoruz şu anda da insanlar bu 
kitap hakkında bir şeyler söylüyorlar. Allah da bir şeyler söylüyor bu kitap 
hakkında. Şimdi en doğru iş, en akıllıca tercih ne olmalıdır? Yâni bu kitap 
hakkında kimin değerlendirmesini kabul edeceğiz? Göklerin yerin, dağların 
taşların, meleklerin cinlerin, insanların ve tüm varlıkların yaratıcısı ve 
sahibi olan, Allamu’l ğuyub 
olan, kaybın da şahadetin de bilicisi olan, bilgisi tam olan, bilgi kendisinden 
olan Allah’ın bu kitap hakkındaki değer yargısını mı kabul edeceğiz? Onun 
değerlendirmesini mi tercih edeceğiz? Onun dediğine mi evet diyeceğiz? Yoksa 
insanların olur olmaz, akla hayale gelmedik çelişkili değerlendirmelerine mi 
tabi olacağız? 
Yâni tabii her ikisine de boyun 
eğme, her ikisine de evet deme, her ikisinin de mü’mini olma hakkına sahibiz. Allah bu dünyada sonucuna 
katlanmak kaydı şartıyla ikisini de tercih yetkisi vermiştir bize. Ama elbette 
din konusunda, kitap konusunda o dinin, o kitabın sahibi olan Allah’ın değer 
yargısının mü’mini olmak bizim için kârlı bir tercih 
olacaktır. Çünkü din Onun dini olunca elbette o dini Onun istediği gibi kabul 
kişiyi Onun istediği gibi mü’min yapacak, kitabını 
Onun istediği gibi kabul kişiyi Onun istediği gibi mü’min yapacaktır. İşte bu kitabın sahibi olan Rabbimiz 
buyuruyor ki bu kitap Bendendir. Bu kitap Benim kitabımdır. Onu Ben indirdim. Bu 
konuda zerre kadar bir şüphe yoktur. 
         Ben bu kitabı peygamberim onunla 
insanları uyarsın diye indirdim. İnsanlar bu kitapla yol bulsunlar, bu kitabı 
hayat programı yapsınlar, bununla  
hayatlarını düzenlesinler, bu kitabın istediği gibi bir hayat yaşasınlar 
ve hem dünyalarını, hem de âhiretlerini kazansınlar 
diye indirdim. Hem de peygamberim bu kitapla kendilerine yıllardır bir uyarıcı, 
bir peygamber gelmemiş bir kavmi uyarsın diye gönderdim. İbrahîm ve İsmail (a.s) 
lardan sonra takriben 2500 yıl gibi uzun bir süredir 
kendilerine peygamber gönderilmemiş olan Mekke toplumuna böylece hidâyet olsun 
diye gönderdim diyor Rabbimiz. Evet işte bu kitabın misyonu budur. Kitabı 
böylece kabul etmek zorundayız. Rabbimiz işte böylece hidâyet kaynağımız, yol 
göstericimiz, hayat programımız olan kitabını ortaya koyduktan sonra şimdi de 
kendisini tanıtmaya başlayacak:
4. “Gökleri, yeri ve ikisinin 
arasında bulunanları altı günde yaratan, sonra arşa hükmeden Allah'tır. O'ndan 
başka bir dostunuz ve şefaatçiniz yoktur. 
Düşünmüyor-musunuz?”
         O Allah ki gökleri, yeri ve ikisi 
arasındakileri 6 günde yaratmıştır. Evet yaratıcı Allah’tır. Yaratılış günü 
dediğimiz bu 6 günle alâkalı açıklamada bulunmuştuk. Araf’ta ve diğer sûrelerde 
geçti. Bu âyetin bir açılımı da Fussilet sûresinde 
gelecek. Orada buyuracak ki Rab-bimiz, ilk iki günde 
yeryüzünü, ikinci iki günde de yeryüzündeki dağları ve rızkları, azıkları 
yarattığını, iki günde de gökleri yarattığını böylece yaratılışın 6 günde 
tamamlandığını anlatacak. 
Evet Rabbimiz gökleri ve yeri, 
ikisi arasındakilerin tamamını 6 günde yaratmış sonra da arş’a hükmetmiştir. 
Kitabımızın başka âyetlerinin ifadesiyle Rabbimiz arş’ı istivâ etmiştir. 
Dünyayı, yedi kat se-mavatı, 
kürsi’yi tamamen kuşatan arş’ı hâkimiyeti altına 
almıştır Rab-bimiz. Yâni kimilerinin iddia ettiği gibi 
semavat ve arzı 6 günde yaratıp kendi köşesine 
çekilmemiş, yaratıklarının hayatıyla ilgilenmekten, on-lara hayat programı göndermekten istinkaf etmemiş, dünyadan 
el etek çekmemiş, Benden bu kadar artık bildiğiniz gibi yaşayın dememiş, 
hâkimiyetini, egemenliğini kurmuştur. 
Onun içindir ki ey insanlar sizin 
Ondan başka Velîniz, Ondan başka karar merciiniz, Ondan başka yasa 
belirleyiciniz yoktur. Allah’tan başka sizin velâyetinizi teslim edeceğiniz bir 
varlık yoktur. Allah’tan başka hayatınızda söz sahibi varlık yoktur. 
Boyunlarınızdaki kulluk iplerinin ucunu eline vereceğiniz, çektiği yere 
gideceğiniz, arzularını gerçekleştireceğiniz tek velîniz Allah’tır. Ondan başka 
şefaatçiniz de yoktur. Tezekkür etmez misiniz? Rabbinizin bu âyetlerini, 
Rab-binizin bu uyarılarını düşünüp anlamaz mısınız? 
Aklınızı başlarınıza alıp bu uyarıları kulaklarınıza küpe yapmaz mısınız? 
Beyinlerinize, belleklerinize kazımaz mısınız? Sizin gündeminiz olan bu 
uyarılara kulak vermez misiniz? Gündeme almaz mısınız bu âyetleri? Şerefiniz 
olan, mahza sizi şereflendirmek için gelmiş olan bu 
Allah kitabıyla beraber olmaz mısınız? Bu kitapla yol bulmaz mısınız? Düşünüp bu 
gerçeği anlamaz mısınız? O Allah ki:
5,6. 
“Gökten yere kadar olan bütün işleri Allah düzenler, sonra, işler sizin 
hesabınıza göre bin yıl kadar tutan bir gün içinde O'na yükselir. O, görülmeyeni 
de görüleni de bilendir, güçlüdür, merhametlidir.”
         Göklerde ve yerde bulunan bütün 
mahlukâtın işlerini, işini idare eden Odur. Gökyüzünden yeryüzüne kadar tüm 
işleri çekip çeviren, düzene koyan Odur. Kâinatın kaza ve kaderini tanzim eden 
Odur. Yeryüzünün kaza ve kaderini gökyüzünden indiren Odur. Yerdeki tüm 
varlıkların kaza ve kaderini takdir edip uygulamaya koyan Odur. Göklerden yere 
kadar hiçbir işi ihmal etmez O Allah. 
Yâni gökleri ve yeri yarattıktan 
sonra köşesine çekilen, istifa eden, Benden bu kadar, Ben yarattım ve işim 
bitti, bunlar benim işim değil, bundan sonra sizin dünyanıza da, âhiretinize de, hayatınıza da karışmam, dilediğiniz gibi 
yaşayın diyen değildir Allah. Göklerde ve yerde egemenliği, hükümranlığı devam 
edendir Rabbimiz. Yıldızları doğduran batıran, güneşi hareket ettiren, 
rüzgarları sevk eden, yağmurları yağdıran, geceyi gündüzü peş peşe getiren, 
çayırları çimenleri yeşerten, sararan yaprakları düşüren, insanların rızkını var 
eden, insanları doğduran öldüren yine Allah’tır. Göklerde ve yerde ne varsa, 
büyük küçük, bilinen bilinmeyen hepsini yaratan, hayatlarını sürdüren, 
düzenlerini koruyan Odur. Tüm varlıkların varlık yasalarını belirleyen 
Odur.
         Sonra Allah’ın emri kendisine öyle bir 
günde yükselir ki o günün değerlendirilmesi, ya da 
sayısı bin senedir. Yâni sizin saydığınız bin yıla denk olan bir günde işler, o 
emirler Allah’a yükselir. Yâni size göre bitirilmesi bin yıl sürebilecek, bin 
yılda ancak bitirilebilecek işler, olaylar Allah için bir günlük işlerdir. 
Allah’ın kendilerine sunduğu işleri, programları ki bunlar size göre bin yıl 
sürebilecek işlerdir, melekler bir günde kaza edip Rablerine raporunu sunarlar. 
Evet gökten yere sürekli 
Rabbimizin hâkimiyeti, işleri düzenlemesi devam etmektedir. Ve Rabbimizin bu 
hâkimiyetine, bu işleri deruhte etmesine hiç kimsenin zerre kadar bir müdahale 
hakkı ve gücü yoktur. 
İşte bu Allah gaybın da şehadetin de Alîmidir, 
bilicisidir, Azîzdir, Rahîmdir. Allah Azîzdir, kâinatta tek hakim, tek egemen 
Odur. Kâinatta hiçbir güç Onun iradesine, Onun hükmüne engel olamaz. Azîzdir, 
kendisiyle, kendisine iman ve kullukla, kitabına sahip olmakla, peygamberinin 
yoluna girmekle izzet ve şeref kazanmak isteyenlere izzet ve şeref kazandırır. 
Azîzdir, kâfirlere, inkârcılara karşı da intikam sahibidir. Merhamet sahibidir O 
Allah. Merhametine lâyık olan mü’min kullarına 
merhamet eder. İman etmek isteyen, bağışlanmak dileyenlere merhametlidir. 
Herkes ve her şey Onun 
egemenliğine boyun bükmüştür. Melekler, cinler, peygamberler, velîler, sâlih kimseler kim olursa olsun Allah’ın gayb bilgisinden hiçbir bilgiye sahip değillerdir. Hiç 
kimsenin bir yetkisi yoktur bu konuda. 
7,9. “Yarattığı her şeyi güzel 
yaratan, insanı başlangıçta çamurdan yaratan, sonra onun soyunu, bayağı bir 
suyun özünden yapan, sonra onu şekillendirip ruhundan ona üfleyen Allah'tır. 
Size kulaklar, gözler, kalpler vermiştir. Öyleyken, pek az 
şükrediyorsunuz.”
         Evet Azîz olan, Rahîm olan, izzet 
ve şerefine, güç ve kudretine, rahmet ve merhametine hiç kimsenin ulaşması 
mümkün olmayan O Allah göklerde ve yerde olan her şeyi yaratmış, yaratmayı da en 
güzel bir şekilde yapmıştır. Yarattığı, meydana getirdiği her şeyi muhkem ve 
sağlam yapandır Allah. Rabbimizin yarattığı her şeyin, her varlığın kendine göre 
bir güzelliği vardır. Şu şöyle olsaydı, bu böyle olsaydı diyebileceğimiz hiçbir 
uyumsuzluk, uygunsuzluk yoktur.
         Sonra insanı yaratmaya çamurdan, 
topraktan başladı. Evet o Allah insanı çamurdan yarattı. Bununla Hz. Adem (a.s) kastedilmiş olabileceği gibi, sonraki 
yaratılışa konu olan hepimizin yaratılışı da kastedilmiş olabilir. Çünkü hepimiz 
topraktan besleniyor, topraktan meydana geliyoruz. İnsanın teşekkülünde rol 
oynayan meninin aslı da gıdadır ve o da topraktan meydana gelmektedir. Evet Sizi 
topraktan yaratmıştır o Allah. Sonra onun soyunu bir özden, bir sülaleden, me-hîn bir sudan, yâni değersiz bir meniden yaratmaya devam 
etti. 
Yâni o suyla insanlara 
zürriyetlerini devam ettirme yasasını koydu. Ona üreme imkânını verdi. Sonra onu 
tesviye etti, düzenleyip şekil verdi, güzel bir biçime soktu. Yâni onu tam ve 
mükemmel bir insan haline getirdi. Azalarını dosdoğru yaptı. Sonra da ona 
ruhundan üfledi, insana ruhunu da verdi. Yâni o insana ait olan ruhunu onun 
bedeniyle birleştirdi. Dikkat ederseniz burada aslında insanın bedenini veren 
de, ruhunu veren de kendisi olduğu halde Rabbimiz ruhu kendisine izafe buyurdu. 
Bunun sebebi ruh sahibi olarak insanın yüceliğini, üstün bir özellikte 
yaratılmış olduğunu ortaya koymak içindir. Çünkü ruh sahibi oluşu insanı diğer 
varlıklardan ayıran bir özelliktir. İnsanın ruh sahibi 
oluşu onun düşüncesini, şuurunu, bilgisini, iradesini ortaya koyan bir 
özelliktir. Bunlar da tümüyle Allah’tandır.
         Sonra Rabbiniz size kulaklar, gözler, 
kalpler vermiştir. Öyleyken pek az şükrediyorsunuz. Rabbiniz sizin için duyu 
organları da yaratmıştır. Bütün bunları size lütfeden Rabbinize ne kadar da az 
şükrediyorsunuz? Ne kadar da az teşekkür ediyorsunuz? Allah’ın size verdiği bu 
azalarınızı ne kadar da az Onun yolunda, Ona kulluk yolunda 
kullanıyorsunuz?
         Evet yaratıcı Allah’tır. Bu varlıkları 
ve onların bir üyesi olan sizleri yoktan var eden Allah’tır. Hayat Allah’tandır. 
Hayatınızı, varlığınızı Allah’a borçlusunuz. Şu bedeninizi, şu ruhunuzu, şu 
elinizi, ayağınızı, gözünüzü, kulağınızı, kalbinizi, duyularınızı, bilginizi her 
şeyinizi veren Allah’tır. Allah sizin yaratılışınızı çok mükemmel yapmıştır. 
Önce sizi topraktan yarattı, sonra da bir suyla size neslinizi devam ettirme 
yeteneği lütfetti. Adem önce topraktı, sonra çamur, sonra şekil veriliyor, sonra 
bir insan haline getiriliyor, sonra da ruhu üfürülüyor. Yâni Adem için yarattığı 
ruhunu Ona veriyor. Yâni Allah kendi ruhundan bir parça Adem’e veriyor değil de 
Adem’in ruhunu Ona veriyor. Ruhuyla bedenini birleştiriyor. Ve işte böylece 
insan ortaya çıkıyor. 
Öyleyse insan ne sadece ruhtur, 
ne de sadece bedendir. İnsan ruhla bedenin bileşkesidir. Ve sonra Adem neslini 
topraktan alıyor, zürriyetini besin olarak topraktan alıyor, yiyip içtikleriyle 
onun bünyesinde bir su oluşuyor bir meni meydana geliyor. Ve Adem’in vücudunda 
oluşan bu suyla Havva’nın vücudunda oluşan su birleşiyor ve Havva’nın rahminde 
bir cenin oluşuyor. Ana rahminde teşekkül eden bu cenin hadisin beyanıyla 120 
günlük olunca bu defa da o cenine ruh üfürülüyor, ruhu veriliyor ve böylece ana 
rahminde bir insan daha teşekkül etmiş oluyor. Rabbimizin takdir buyurduğu belli 
bir süre geçtikten sonra yeryüzüne iniyor. 
         Evet bir toprak parçası, bir su parçası 
bir insana dönüşüyor. Hem de eti olan, kemiği olan, gözü, kulağı, kalbi olan, 
duyan, gören, hisseden mükemmel bir insan. Mükemmel bir yaratılış, mükemmel 
nimetlerle donatılış. Bunu yapan Allah’tır. Sizi böyle mükemmel bir özellikte 
yoktan var eden Rabb’ınızdır. Ama ne gariptir ki 
insanoğlu yaratıcısını tanımıyor. Ne gariptir ki yaratıcısının kendisinden 
istediği şükrü yerine getirmiyor. Her şeyini kendisine borçlu olduğu Rabbine 
teşekkür etmeyi düşünemiyor. Düşünsenize, Rabbimiz bizi toprak olarak bıraksaydı 
bizi kim yaratabilirdi? Bizi kim insan yapabilirdi? Nasıl dünyaya gelebilirdik? 
Bu hayatı nereden bulabilirdik? 
Veya bizi böyle mükemmel bir 
insan değil de bir taş, bir toprak, bir tavuk, bir ağaç yapsaydı ne gelirdi 
elimizden? Kime itiraz edebilirdik? Rabbimiz bize işitebileceğimiz şu 
kulaklarımızı, görebileceğimiz şu gözlerimizi, hissedebileceğimiz şu 
kalplerimizi vermeseydi kim verirdi? Nereden alabilirdik bunları? İşte şu anda 
bunlardan mahrum bırakılmış insanlar ne yapabiliyorlar? Peki şimdi biz Ondan 
başka kime şükredeceğiz? Kime teşekkür edeceğiz? Kime minnet duyacağız? Kimin 
önünde eğileceğiz? Kime kulluk edeceğiz? Kimi dinleyeceğiz? Var mı Ondan başka 
şükredilecek, hamd edilecek, minnet du-yulup sözü dinlenecek birileri? 
Var mı Allah’tan başka önünde secdeye kapanacağımız bir varlık? Var mı böyle bir 
yaratıcı? Kulluk yaratıcının değil de kimin hakkıdır? Ne kadar da nankörsünüz 
böyle? Ne kadar da az kulluk yapıyorsunuz Rabbinize? Bakın Rabbimizin yaratıcı 
olarak kendilerinden şükür istediği, kulluk istediği kimi beyinsizler, kimi 
nankörler şöyle diyorlar:
10. “Puta 
tapanlar: “Toprağa karışıp yok olduktan sonra yeniden mi yaratılacağız?” derler. 
Evet; onlar, Rablerine kavuşmayı inkâr edenlerdir.”
         Yâni biz ölüp te toprağa karışıp gittikten sonra, yeryüzünde kaybolup 
gittikten sonra yeni bir yaratılışla tekrar yaratılacağız ha? Öldükten sonra 
tekrar diriltileceğiz ha? Hayır hayır bu kesinlikle 
müm-kün değildir. Siz onu 
bizim külahımıza anlatın. Biz asla böyle bir şeye ihtimal vermeyiz diyorlar. 
Aslında Allah’ın kendilerine verdiği ağızlarıyla bu sözleri söyleyen insanlar 
Allah’ı inkâr ediyorlar. Rablerine kavuşmayı inkâr ediyorlar. Yâni böyle bir 
diriliş olur, olmaz ihtimalinden öte bu adamlar Allah’ı reddediyorlar. Allah’ın 
hesabını reddetmeye çalışıyorlar. Daha doğrusu bu dünyada yaşadıkları hayatları 
bunu reddetmeyi gerektiriyor. Allah huzurunda hesaba çekilmeye yüzleri olmadığı 
için dirilişi reddetmeye çalışıyorlar. Adamların önlerinde yığınlarla günâh 
programları var. 
Tabi âhiret, hesap, kitap gündeme gelince iştahları kaçacak, 
işledikleri suçları, günâhları işleyemeyecekler de onun için rezil bir hayatı 
yaşama arzuları inkârı gerektiriyor. Âhiret baskısını 
üzerlerinden atıp keyiflerine göre bir hayat yaşamak istiyorlar. 
Evet eğer bir adam kâfirse, bir 
adam zalimse her şeyden önce o âhireti inkâr etmek 
zorundadır. Değilse yaşayamaz adam. Niye? Eh mümkün değil ki. Adam hem Allah var 
diyecek, hem âhiret, hesap, ki-tap, azap, ikap var diyecek, hem de kâfir ve zalim olacak. Bu 
kesinlikle mümkün değildir. Bu dünyada istediğimiz gibi bir hayat yaşayacaksak 
en iyisi mi dirilişi, hesabı, kitabı inkâr edelim, dilediğimiz şeyi yapabilelim 
diyorlar. Öyleyse ey peygamberim ve ey Müslümanlar sizler de onlara şöyle 
deyin:
11. “Ey 
Muhammed! De ki: “Size vekil kılınan ölüm meleği canınızı alacak, sonra 
Rabbinize döndürüleceksiniz.”
         Size vekil tayin edilen, 
ölümünüze vekil kılınan, ölümünüz için Allah tarafından görevlendirilen ölüm 
meleği sizin canınızı alır, alacak. Sonra sizler Rabbinizin huzuruna 
döndürülürsünüz. Yaşadığınız hayatınızın faturasını ödemek, yaptıklarınızın 
hesabını vermek üzere Rabbinizin huzuruna çıkarılırsınız. O 
zaman:
12. 
“Suçluları Rablerinin huzurunda, başları öne eğilmiş olarak: “Rabbimiz! Gördük, 
dinledik, artık bizi dünyaya geri çevir de iyi iş işleyelim; doğrusu kesin 
olarak inandık” derlerken bir görsen!”
         Suçluların vaziyetlerini bir 
görsen peygamberim. Rablerinin huzurunda suspus olmuş, başları önlerine eğilmiş, 
tıraşları görünmüş, tıpkı suçlu bir kölenin efendisinin huzurunda perişan bir 
vaziyette duruşu gibi yıkılışlarını, zilletlerini, horluklarını bir görseydin. 
Bugün dirilişi reddedenler, olmaz, biz asla bir daha dirilmeyeceğiz. Asla hesaba 
çekilmeyeceğiz. Öldükten sonra toprak olup gideceğiz. Sümen altı edileceğiz diyerek bir hayat yaşayanları, 
hayatlarını, amellerini âhi-retin yokluğuna bina 
ederek sorumsuzca bir dünya yaşayanları o gün bir görseydin. Rabb’ımız o gün onların halet-i ruhîyelerini, perişanlıklarını anlatıyor. Başları önlerine 
düşmüş olarak bakın diyorlar ki:
         Rabbena, ey bizim Rabbimiz. Ey bizim 
yasa belirleyicimiz, ey bizim yaratıcımız, sahibimiz. Alçaklar o gün anladılar 
Allah’ın Rableri olduğunu. Halbuki dünyada başka Rableri, başka efendileri, 
başka yasa belirleyicileri, başka program yapıcıları  vardı. Dünyada yasalarına toz kondurmadıkları 
başka Rableri vardı. Dünyada sözünü dinledikleri, arzularını yerine 
getirdikleri, hayatlarında söz sahibi bildikleri başka efendileri vardı. Şimdi 
anladılar ki Ondan başka Rab yok. Şimdi anladılar ki ondan başka egemenlik 
sahibi yok. Geçmiş olsun. Bunu bugün diyeceklerdi. Bunu bugün kabul edecekler ve 
O Rabbin istediği gibi bir hayat yaşayacaklardı. Bakın reddetme imkânlarının 
olmadığı bir ortamda diyorlar ki, ey bizim Rabbimiz, biz gördük, biz anladık, 
biz işittik ki bu işin doğrusu buymuş. Biz kesinlikle anladık ve bildik ki 
Senden başka Rab yokmuş. Anladık ki diriliş varmış, hesap varmış, cennete ve 
cehennem varmış. 
         Ya Rabbi ne 
olur, bizi dünyaya bir daha geri çevir de sâlih bir 
hayat sürelim. Yalnız Seni Rab ve İlâh bilelim. Âyetlerini dilimizden 
düşürmeyelim. Kitabını elimizden bırakmayalım. Senin istediğin gibi Müslümanca bir hayat yaşayalım. Seninle çatışma içine 
girmeyelim. Elçilerini reddetmeyelim. Geçmiş olsun. Rabbimize sonsuz hamd ü senâlar olsun ki bakın yarın mutlak olacakları 
Rabbimiz bize bugünden olmuş gibi haber veriyor. Yâni eğer şu anda bir yanılgı 
içindeysek yarın ya Rabbi, ne olur bizi dünyaya bir 
daha gönder de sâlih bir hayat yaşayalım diyeceğimizi 
şimdi haber veriyor. 
Öyleyse şu anda daha ölmediğimize 
göre Allah’ın istediği bir hayata yönelme imkânına sahibiz. Allah’ın yardımıyla 
şu anda kazanma imkânımız vardır. Ve işte mü’minle 
kâfirin farkı burada ortaya çıkıyor. Allah’a, Allah’ın gönderdiği şu kitaba ve 
peygambere inanmayan, Allah’ın bu haberlerinden mahrum yaşayan kâfirler bunu 
göre-miyorlar, bilemiyorlar. Bu gerçeklerden habersiz 
olunca da yanlışını anlayamıyorlar, yanlışlarından dönemiyorlar. Böyle bir 
zavallılığı yaşıyorlar. Yaşadıkları hayatı sorgulama imkânı bulamıyorlar. 
Yaşadıkları bu pis hayatın kendilerini cehenneme doğru götürdüğünü bilemi-yorlar. Ancak o gün 
dirilince iş işten geçtikten sonra anlıyorlar, eyvah 
diyorlar, geri dönüş istiyorlar ama hepsi nafile. Lâkin biz akıllı Müslümanlar 
bu gerçekleri burada görüyoruz, eğer tevbe etmemiz 
gerekiyorsa burada tevbe ediyoruz, geri dönmek 
istiyorsak burada dönüyoruz ve böylece Allah’ın lütfuna ulaşıyoruz elhamdülillah.
13. “Biz 
dilesek herkese hidâyet verirdik; fakat cehennemi tamamen cin ve insanlarla 
dolduracağıma dair Benden söz çıkmıştır.”
         Eğer Biz dileseydik her nefse 
hidâyetini nasip ederdik. Biz isteseydik, Biz yasamızı öyle koysaydık herkesi 
Müslüman yapardık. Biz öyle murad etmiş olsaydık 
herkese bu gerçekleri dünyada gösterirdik. Herkesin gözünü bu dünyada açar ve 
işte size sözünü ettiğim cennet, işte sizi uyarıp sakındırdığım cehennem derdik. 
Ama Biz böyle murad etmedik, Biz böyle istemedik, Biz 
yasamızı böyle koymadık diyor Rabbimiz. Biz bunları gayb kıldık. Cenneti de cehennemi de gayb bilgisi yaptık. Gözle görünür, duyularla hissedilir 
değil de ancak vahiyle bilinir, kitap ve sünnetle anlaşılır kıldık diyor Rabb’ımız. Dileyen Benim gönderdiğim vahiy bilgisine 
müracaat eder görür ve bilir olur, dileyen de kör ve sağır kalmayı tercih eder. 
Dileyen iman eder, dileyen de küfreder. İşte Bizim yasamız budur diyor 
Rabbimiz.
         Lâkin Bizden söz gerçekleşti ki, ya da dünyada Biz öyle bir kanun koyduk ki Biz insanlardan 
ve cinlerden pek çoğunu cehenneme dolduracağız. Biz böyle bir yasa belirledik, 
böyle bir kanun koyduk. Bu kanunumuza uygun hareket edenler cehenneme 
gidecekler. Kanun bu. Ya değilse dileseydik Biz 
herkesi Müslüman yapardık. Her-kesin boyunlarındaki kulluk iplerinin ucunu 
doğuştan elimize alır, kimseye irade vermez, hiç kimseye isyan ettirmezdik. Tüm 
insanları melekler gibi iradesiz yaratır, taşlar gibi, bitkiler gibi seçeneksiz 
yaratır herkesi cennete gönderirdik. 
Evet Rabbimiz böyle istememiş, 
böyle dilememiş, yasasını böyle koymamış. İradesiz yarattığı kullarının yanı 
başında iradeli insanları da yaratmıştır. 
Peki niye böyle istemiş? Onu 
sorgulamaya hakkımız yoktur. Niye böyle yaptın ya 
Rabbi? diye Ona hesap sorma yetkimiz yoktur. O dilediğine dilediği gibi hükmetme 
yetkisine sahiptir. Rabbimiz insana irade vermiş, seçim özgürlüğü tanımış, 
cennetini de cehennemini de anlatmış, iman yolunu da küfür yolunu da açmış ve 
buyurun hür iradelerinizle buraya da, buraya da gitme hakkınız vardır 
buyurmuştur. Böyle bir durumda tercihinin karşılığı konusunda hiç kimsenin de 
Ona bir itiraz hakkı kalmamıştır. Ya Rabbi beni niye 
cehenneme gönderiyorsun? Ben cennete gitmek istiyordum demeye hiç kimsenin hakkı 
kalmamıştır. Bakın iradesini cehennemden yana kullananlara diyecek 
ki:
14. “Bugüne 
kavuşmayı unutmanızın karşılığını görün; doğrusu Biz de sizi unuttuk, 
yaptıklarınıza karşılık ebedî azabı tadın” deriz.”
         Haydi bakalım tercihinizin 
karşılığı olarak ebedî azabınızı tadın. Haydi tadın bakalım amellerinizin 
karşılığını. Bakın bakalım yaşadığınız kâfirce bir hayatın karşılığı olan ebedî 
azap nasılmış? bir bakın bakalım. Bugüne kavuşmayı unutmanızın karşılığı neymiş? 
Nasılmış bir görün bakalım. 
15,16. 
“Âyetlerimize ancak, kendilerine hatırlatıldığı zaman secdeye kapananlar, 
büyüklük taslamayarak Rablerini överek yüceltenler, vücutlarını yataklardan uzak 
tutup korkarak ve umarak Rablerine yalvaranlar ve verdiğimiz rızklardan sarf 
edenler inanır.”
         Âyetlerimize iman edenlere 
gelince. Âyetlerimizle yol bulmaya çalışanlara, âyetlerimiz istikâmetinde bir 
hayat yaşayanlara, kendilerini âyetlerimize teslim edenlere, âyetler 
rehberliğinde hareket edenlere gelince, hemen secde edelim. Evet bu âyetlerle 
karşı karşıya geldiğimiz anda hemen yapacağımız iş secdeye kapanmaktır. Anında, 
hiç beklemeden, savsaklamadan, şeytanlık yapmadan secdeye varmak zorundayız. 
Evet onlara Bizim âyetlerimiz 
zikredildiği zaman, âyetlerimiz onlara duyurulduğu zaman onlar hemen secdeye 
kapanırlar. Rablerinin emirleri, arzuları karşısında hemen boyun büküp teslim 
olurlar. Tamam ya Rabbi, anladım ya Rabbi, inandım, teslim oldum ya 
Rabbi, hemen gereğini yerine getiriyorum ya Rabbi, 
hemen istediğin gibi uygulamaya koyuyorum ya Rabbi 
deme adına hemen teslimiyet gösterirler. 
Ve Rablerine hamd ile tesbih ederler. Rablerini 
yüceltirler. Rablerini noksan sıfatlardan tenzih ederler. Rablerinin istediği 
gibi olma yoluna girerler. Rablerine secdeden, Rablerinin arzularına boyun büküp 
teslim olmaktan asla kibirlenmezler. Bizim O Allah’a karşı bir ihtiyacımız, bir 
noksanlığımız yoktur, niye eğilecekmişiz Onun huzurunda? demezler, kibirlilik 
göstermezler, müstekbir davranmazlar, anında 
Rablerinin önünde eğilirler. Hemen Allah emirlerini pratiğe aktarmanın, 
hayatlarında göstermenin hesabı içine girerler. Yâni böyle kolaylarına gelenleri 
hemen uygulamaya koyup, kolaylarına gelmeyenleri ise savsaklamaktan yana, 
geciktirmekten, anlamazlıktan yana bir tavır sergilemezler. Zaten bizi bizden 
daha iyi bilen, bizi bizden daha çok düşünen, bize bizden daha merhametli olan 
Rabbimizin tüm emir ve yasakları bizim takatimizin yeteceği emir ve yasaklardır. 
Başka ne yaparlarmış onlar? Başka ne özellikleri varmış o mü’minlerin:
         Bir de onlar yataklarını terk ederler. 
Gece sıcak döşeklerinden uzaklaşırlar. Allah için gece yanlarını yataklarından 
ayırırlar, korku ve ümit içinde Rablerine dua ederler. 
Korka, korka, arzu ede ede dua dua Rablerine yalvarıp yakarırlar. Rableri tarafından kabul 
görmeme, reddedilme korkusu, ya da cehenneme gitme 
endişesi, cennete ulaşma ümidiyle dua ederler. Cehennem korkusu ve cennet arzusu 
içinde Allah’a dua ederler. Ve bir de onlar Rablerinin kendilerine verdiği 
rızklardan da Allah kullarına infak ederler. Allah’ın verdiklerini kardeşleriyle 
paylaşma kavgası verirler.
         Evet onlar geceleri ayaktadırlar, 
geceleri kalkarlar. Müslim’in rivâyet ettiği bir hadislerinde şöyle 
buyurur:
         “Farz namazdan sonra en faziletli namaz gece 
namazıdır”
         (Müslim şerhi 
3/230)
         Yine Tirmizî’nin rivâyet ettiği başka bir hadislerinde de şöyle 
buyurur:
         “Ey 
insanlar selâmı yayınız, yemek yediriniz, akrabalık bağlarını gözetiniz. 
İnsanlar uykuda iken gece namaz kılınız ki esenlikle cennete girersiniz.” 
 
Buyuran Allah’ın Resûlü: 
“Gece namazı kılmaya bakınız! 
Çünkü gece namazı sizden önceki sâlihlerin 
alışkanlığı, Rabbinize yakınlaştırıcı bir amel, günâhlara bir kefaret ve 
isyanlardan da alıkoyucu bir özelliktedir.
         Yine Ebu 
Dâvûd’da Ebu Hureyre efendimizden rivâyet edilen bir hadislerinde 
Allah’ın Resûlü şöyle buyurur:
         “Geceleyin kalkıp ibadet eden ve karısını da 
uyandıran, kalkmak istemediği zaman yüzüne su serpen kişiye Allah rahmet etsin. 
keza kalkıp gece namazı kılan ve kocasını uyandıran ve kocası kalkmak istemediği 
zaman yüzüne su serperek onu uyandırmaya çalışan kadına da Allah rahmet 
etsin.”
         (Ebu 
Dâvûd K. Salât 
2/45)
         Evet inşallah biz de tıpkı örneğimizin 
yaptığı gibi gece kalkacağız. Rabbimizle buluşma adına, Rabbimizle birlikte olma 
adına, Rabbimizi zikretme ve Onun huzurunda secdelere kapanma adına uykularımızı 
terk edeceğiz. Rabbimiz hatırına sıcak yataklarımızı terk edeceğiz, yanlarımızı 
yataklarımızdan ayıracağız. Yanımız bitişik olan, 
yanımız yapışık olan, bütünleştiğimiz, çok sevdiğimiz yataklarımızı terk 
edeceğiz. Rabbimize ibadet edeceğiz, Rabbimizle buluşacağız, rahmetiyle tecelli 
ettiği o mübârek zamanda sevgilimizle beraber olmaya çalışacağız. Namaz 
kılacağız, Kur’an okuyacağız, Rabbimizin âyetlerini 
anlamak üzere kafa yoracağız, Rabbimizin âyetlerini zikredeceğiz. 
         Evet muttakilerden olmak istiyorsak, 
cennetliklerden olmak istiyorsak Rabbimizin bu âyetlerine çok iyi kulak vermek 
zorundayız. Yatsı namazını kıldıktan sonra hemen yatmak ve gecenin yarısında, 
gecenin sonlarına doğru uyanmak ve Rabbimizle, Rabbimizin âyetleriyle, 
Rabbimizin zikriyle beraber olmak zorundayız. Bu âyetleri duyduktan sonra artık 
gece yarılarına kadar şeytan vahiyleriyle, kanalizasyonlarla vakit öldürerek, 
şeytan vahiylerinin programlarına mahkum olarak, ya da 
lüzumsuz malayânilerin, lüzumsuz konuşmaların peşine 
düşerek, bırakın gece kalkmayı sabah namazına bile zor kalkacak bir durumdan 
kendimizi uzaklaştırmak zorundayız. 
İşte âyetlerimize iman eden 
Müslümanların bir özellikleri de budur. Gece kalkarlar, Rablerine korku ve ümit 
içinde dua ederler ve Allah’ın kendilerine verdiklerinden infak ederler. Mal, 
mülk, ilim, basiret, imkân, fırsat, zaman, ömür, gece, gündüz tüm fırsatlarını, 
tüm im-kânlarını Allah kullarıyla paylaşırlar. 
17. 
“Yaptıklarına karşılık onlar için saklanan müjdeyi kimse 
bilmez.”
         Hiç bir nefis, hiçbir kimse 
yaptıklarına karşılık, işlediği güzel amellerine karşılık Bizim kendilerine göz 
aydınlığı olarak hazırladığımız, sakladığımız müjdeleri, mükâfatları bilemez. 
Bilmezler ki Biz onlara amellerine karşılık neler hazırlamışız. Ne büyük 
nimetler, ne büyük mükâfatlar kendilerini beklemektedir. Onların kulluklarının 
karşılığı olarak onlara hazırladığımız cennetlerden, nimetlerden onların hiç 
haberleri yoktur. Cenneti görmedikleri halde, cennette kendileri için hazırlanan 
gözlerin görmediği, kulakların duymadığı, hayallerinden bile geçiremeyecekleri 
nimetleri görmedikleri halde o değerli kullarım gece gündüz Bana yalvarıp 
yakarıyorlar, Bana kulluk ediyorlar diyor Rabbimiz. Görmedikleri halde cennet 
arzusuyla yanıp yakılıyorlar. Görmedikleri halde cehennem korkusuyla ürperip 
duruyorlar. Cennete koşuyorlar, cehennemden kaçıyorlar. Bunun için Bize dua 
dua yalvarıyorlar diyor.
18. “İnanan 
kimse yoldan çıkmış kimseye benzer mi? Bunlar bir 
olamazlar.”
         Hiç böyle mü’min olan bir kimse fâsık olan, 
yoldan çıkmış, imandan, itaatten çıkmış fâsık bir 
kimse gibi olur mu? Bu ikisi hiç bir olur mu? Bir mü’minle bir fâsık nasıl bir 
olabilir? Bunlar asla bir olmazlar. Mü’min ayrıdır, 
fâsık ayrıdır. Mü’min 
ayrıdır, kâfir ayrıdır. Allah’a itaat eden ayrıdır, isyan eden ayrıdır. Bu ikisi 
asla bir tutulmaz, bir değerlendirilmez. Allah bu ikisini asla bir tutmaz. Bu 
konuda, her konuda değer yargısı Ona aittir. Onun değer yargısı geçerlidir.  
         Bakıyoruz şu anda dünya üzerindeki tüm 
anlayış sahipleri, tüm felsefi sistem sahipleri derler ki biz haklıyız, bir 
doğruyuz, biz hak yoldayız. Bizim dinimiz, bizim anlayışımız, bizim yolumuz, 
bizim hayat programımız, bizim yaşam biçimimiz en doğrudur. Herkes diyor ki biz 
haktayız, başkaları bâtıldadır. Yeryüzündeki faşist sistemler, liberal 
sistemler, komünist, sosyalist ve demokratik sistemler hep kendilerinin 
haklılığını iddia ederler. Biri diğerine asla hayat hakkı tanımamaya çalışır. Ne 
şu din sahipleri bu din sahiplerine, ne de bu din sahipleri o din sahiplerine 
hayat hakkı tanımaz. İneğe tapınan da, sineğe tapınan da kendisini haklı ve 
doğru yolda görmektedir. Herkes kendisini haklı görmekte, herkes cennete 
kendisini lâyık görmektedir. 
Kim ne derse desin, kim nasıl 
hükmederse etsin unutmayalım ki cennetin sahibi Allah’tır. Dirildikleri zaman 
öteki âlemde tek Hakîm var, O da Allah’tır. Sadece Allah’ın hükmü ve değer 
yargısı geçerlidir orada. Sadece Allah’ın değerlendirmesi haktır ve geçerlidir 
orada. İşte Rabbimiz burada orada vereceği hükmünü belirtiyor. Ben mü’-minle fâsıkı asla bir tutmayacağım 
buyuruyor. Mü’minle fâsık 
asla bir değildir buyuruyor. 
19. “İnanıp 
yararlı iş işleyenlere gelince, onların yaptıklarına karşılık, varacakları 
cennet konakları vardır.”
         Allah’ın istediği gibi iman eden 
ve iman kaynaklı bir hayat yaşayanlara, iman edip imanlarını hayatlarında 
görüntüleyenlere, fıtratlarına yaraşır sâlih ameller 
işleyenlere, Rasûlullah (a.s) ın pratize ettiği Müslümanca bir hayatı yaşayanlara, her şeyleriyle üsve-i haseneye benzemeye 
çalışanlara gelince onların yaptıklarına karşılık varacakları cennet konakları, 
cennet ağırlanmaları, cennet ikramları ve bol bol 
nimetler vardır.
20. “Ama 
yoldan çıkanların, işte onların varacağı yer ateştir. Oradan çıkmak 
isteyişlerinin her defasında geri çevrilirler ve onlara: “Yalanlayıp durduğunuz 
ateşin azabını tadın” denir.”
         Ama beri tarafta fâsık olanlara, Allah’a ve Resûlüne itaatten çıkanlara, 
Allah’ın gönderdiği hayat programını bırakıp fısku 
fücur içinde keyiflerine, hevâ ve heveslerine göre bir 
hayat yaşayanlara, Allah ve Resûlüne isyan içinde olanlara gelince onların da 
konaklama yerleri, ağırlanma yerleri, yerleşim merkezleri cehennemdir. Ne zaman 
ki oradan çıkmak isteseler tekrar oraya iade edilirler. Ve kendilerine denilir 
ki, yalanlamanızdan ötürü tadın bakalım cehennem azabının tadını. Bakın bakalım 
yalanlamanızın karşılığı neymiş? 
Evet iman edip sâlih ameller işleyenlere cennette ağırlanmaları, cennet 
nimetleri sunulurken yalanlayanlara, iman ve pratik hayatları Rasûlullah efendimize benzemeyen fâsıklara da cehennem vaa-dedilmektedir. Mü’minler 
nimetlerin en büyüğü, şereflerin en yücesi olan cennetten bir an bile çıkmak 
istemezlerken, cehenneme gidenler sürekli oradan kurtulmak isteyecekler, kaçmak 
isteyecekler ama oradan kaçıp kurtulmaları asla mümkün 
olmayacaktır.
21. “Belki 
yollarından dönerler diye andolsun onlara büyük 
azaptan önce dünya azabından tattırırız.”
         Evet belki dönerler diye, belki 
akıllarını başlarına alırlar da Bize imana, Bize kulluğa dönerler, yaşadıkları 
fısk u fücur içindeki hayatı bırakırlar da Müslümanca bir hayata yönelirler diye andolsun ki Biz onlara o büyük azaptan önce, o cehennem 
azabından önce yakın bir dünya azabını da tattırırız diyor Rabbimiz. Evet 
Rabbimiz bu dünyada kendilerine ibret olsun, akıllarını başlarına getirsin diye, 
uyarıcılık özelliği taşısın diye Müslümanlara bir takım dünyevî cezalar, 
sıkıntılar verdiği gibi, Müslüman olmayan kâfirlere ve fâsıklara da yine zaman zaman 
dünyevî cezalar da tattırıyor. Sebep neymiş? Akılları başlarına gelsin, büyük 
iradeyi bilsinler, Allah karşısında acizliklerini, güçsüzlüklerini anlasınlar da 
imana gelsinler diye. Başlarına gelen sıkıntılarla sarsılıp hayatlarını 
yargılasınlar, sığınacak bir kucak bulsunlar diye. 
Müslümanlar biz ne yaptık? Biz ne 
tür hatalar işledik ki bunlar başımıza geldi? desinler diye. Rabbimize dönelim, 
Rabbimize dua edelim de bizi bu felâketlerden kurtarsın desinler diye. Kâfirler 
de biz Müslüman olmak zorundayız desinler diye. Evet demek ki Rabbimizin bu 
dünyada gönderdiği sıkıntılar, azaplar mü’minler için 
de, kâfirler için de hep bir rahmetin gereğidir. Müslümanlar günâhlarından 
dönerler, hatalarını anlarlar, tevbe ederler, 
Rablerine kulluğa yönelirlerse, kâfirler de kâfirliklerini, şirklerini, 
isyanlarını bırakıp Allah’a imana, Müslümanca bir 
hayata yönelirlerse her iki taraf için de bu rahmete 
dönüşecektir.
22. “Rabb’ının âyetleri kendisine hatırlatılıp da onlardan yüz 
çeviren kimseden daha zalim var mıdır? Şüphesiz suçlulardan öç 
alacağız.”
         Rabbinin âyetleri kendisine 
zikredildikten, hatırlatıldıktan sonra, Allah’ın âyetlerini tanıdıktan sonra 
onlardan yüz çeviren, onları yok farz eden, onların işlevini bitiren, ben 
anlamam diyen, ben dinlemem diyen kimseden daha zalim kim vardır? Allah’ın gerek 
tekvîni, gerek tenzîli, gerek âfâkî, gerek enfüsî âyetlerini gördüğü halde, 
duyduğu halde, tanıdığı halde onlara karşı müstekbir 
davranarak benim Allah’a da, Allah’ın âyetlerine de ihtiyacım yoktur. Benim 
dünyam, saltanatım var. Benim gücüm, kuvvetim var. Benim aklım, mantığım, 
bilgim, zevkim var. Benim hayatımı düzenleyeceğim kendi kitabım var. Hayatımı 
nasıl yaşayacağımı ben de bilirim. Ne yiyeceğimi? Nasıl yiyeceğimi? Nasıl 
giyineceğimi? Nereden kazanıp nerede harcayacağımı? Çocuklarımı nasıl 
eğiteceğimi? Nasıl bir hayat yaşayacağımı ben de bilirim. 
Benim başka hiçbir şeye ihtiyacım 
yoktur diyen kimseden daha zalim kim vardır? Allah’ın âyetlerini, Allah’ın 
istediği hayatı tanımadığı için kendisini Allah’a kulluk ortamından uzaklaştıran 
kimseden daha zalim kim vardır? Allah’ın güzel dediği hayatı bir kenara bırakıp 
kendi hevâ ve hevesleri istikâmetinde, kendi tanrılığı 
istikâmetinde bir hayat yaşayan kimseden daha zalim kim vardır? İşte böyle 
mücrimlerden intikam alırız buyuruyor Rabbimiz. Böylelerinden intikam alacağız. 
23. “Andolsun ki Mûsâ'ya Kitap verdik; ey Muhammed! Sakın sen ona 
kavuşacağından şüphe etme. Mûsâ'ya verdiğimizi İsrâil oğullarına doğruluk 
rehberi kıldık.”
         Evet andolsun ki Biz Mûsâ’ya kitabı, Tevrat’ı verdik. Öyleyse ey 
peygamberim, sakın sen ona kavuşacağından şüphe etme. Tıpkı Mûsâ’nın Tevrat’ı 
aldığı gibi senin de bu kitabı Rabbinden alma konusunda sakın bir şüphen 
olmasın. Senin böyle Allah’tan bir kitaba ulaşman, Rabbinden bir kitap alman 
tarihte ilk defa oluyor değildir. Senden önceki elçilerimize de Biz kitap 
gönderdik ve işte onlar içinde en çok bilinen ve de şu anda bu kitabın sana 
Rabbinden geldiği konusunda en çok şüphede olan Yahudilerin kendi peygamberleri 
Mûsâ’ya da bir kitap göndermiştik. 
         Veya bunun bir başka anlamı da 
peygamberim, sen mutlaka ona kavuşacaksın. Sen mutlaka Rabbine mülaki olacaksın. 
Bir gün vefat edip Rabbine mülaki olacakın, öteler âleminde tekrar dirilip 
Rab-bine kavuşacaksın demektir. Veya sen mutlaka Mûsâ ’ya kavuşacaksın. Mi’râcta 
kavuşacaksın, mahşerde kavuşacaksın, cennette kavuşacaksın veya bu kitabın öteki 
sûrelerinde, Araf’ta, Neml’de, Şuara-da, Kasas’da Mûsâ’yla 
tanışacaksın. Biz Onu İsrâil oğulları için onları hidâyete ulaştıracak bir 
rehber kıldık. O Mûsâ’yı, ya da O Tevrat’ı İsrâil 
oğullarına yol gösterecek, rehberlik yapacak, onları kullara kulluktan 
uzaklaştırıp Rabb’e kul yapacak, kölelikten kurtarıp 
özgürlüğe kavuşturacak bir imam kıldık. 
Nasıl ki Tevrat İsrâil oğullarını 
hidâyete ulaştırıcı bir özelliğe sahipse şimdi sana gönderdiğimiz bu Kur’an da böyle bir özelliğe sahiptir. Asırlarca Mısırda 
kölelik hayatı yaşayan İsrâil oğulları nasıl bu kitap ve bu peygamberle 
kölelikten kurtulmayı bilmişlerse sizler de bu kitapla Allah’ın istediği şerefli 
bir hayata ulaşmayı bileceksiniz. İşte bu kitap size bunun için gönderilmiştir. 
kitabın sizin hayatınızdaki fonksiyonu budur.
24. 
“Sabredip âyetlerimize kesin olarak inanmalarından ötürü, aralarından, onları 
buyruğumuzla doğru yola götüren önderler yaptık.”
         Onlardan, İsrâil oğullarından 
imamlar da kıldık. Aralarında hak konusunda, hidâyet konusunda kendilerine 
uyulan, hidâyete rehberlik eden, insanları hidâyete çağıran önderler, liderler 
çıkardık. Onlar kendilerine gönderdiğimiz kitabın kendilerinden istediklerini 
anlayıp, kitaba sarılıp Bizim emrimizle toplumlarına kulluk yolunu gösterdiler. 
Bu yolda sabırlarından dolayı Biz onları rehberler yaptık. Kitaba sarılma 
konusundaki sabırlarından dolayı, kitabın âyetlerini öğrenme, kitaba sımsıkı 
sarılma ve kitabın istediği cehd ü gayreti gösterme 
yolundaki sabırlarından dolayı, insanları kitabın istediği kulluğa çağırmaları 
yolunda karşılarına çıkan engellere, eziyetlere sabredip göğüs germelerinden 
dolayı Biz onları önderler yaptık, liderler yaptık. Onlar Bizim gönderdiğimiz 
kitapla gece gündüz beraber oldular, Mûsâ’yla beraber oldular, kitabın ve 
peygamberin eğitimine teslim oldular, Müslümanca bir 
tavır sergilediler de onun için Biz onları önderler yaptık. 
Ey Müslümanlar, eğer sizler de 
tüm dünya insanlığına önderler, liderler, egemenler olmak istiyorsanız işte 
Benim yasam budur diyor Rabbimiz. Onlar gibi sizler de Benim kitabıma, Benim 
peygamberime sarılır, Benim istediğim kulluğu icra noktasında karşınıza 
çıkabilecek eziyetlere sabır eder, dişinizi sıkar, Müslümanca bir tavır sergilerseniz sizi de önderler, 
liderler yapacağımdan zerre kadar bir endişeniz olmasın. 
         Bir de onlar Bizim âyetlerimize yakînen, kesin bir bilgiyle de iman ediyorlardı. Zalim 
olmadılar onlar. Ne Rablerine karşı, ne Rablerinin kitabına, ne de Rablerinin 
elçilerine karşı zulmetmediler. Zaten zalim olsalardı onlar imamet hakkını 
kaybederlerdi. İşte Mûsâ (a.s) nın soyundan da, ondan 
önce İbrahîm (a.s) in soyundan da böyle yaşayanlara Allah imamlıklar nasip 
etmiştir. Ama onlardan zalim olanlara asla bunu 
vermemiştir.
25. 
“Muhakkak  ki Rabbin ayrılığa düştükleri 
şeylerde kıyamet günü aralarında hükmedecektir.”
         Muhakkak  ki Rabbin ayrılığa düştükleri, ihtilâf 
ettikleri konularda kıyamet günü aralarında hüküm verecektir. Kıyamet günü 
Rab-bin her şeyi ayrıştıracaktır. Onların tartıştıkları konularda her şeyi birer 
birer ortaya dökecektir. Yâni O İsrâil oğullarının 
Dâvûd ve Süleyman (a.s) lardan sonra kitap ve peygamberden uzaklaşıp, kitabın ve 
peygamberin ortaya koyduğu hidâyeti terk edip, İslâm’dan ayrılıp tefessüh etme, 
Yahudileşme ve Hıristiyanlaşma sürecine girdikten sonra içine düştükleri ayrılık 
ve ihtilâflarının tümünü yarın açıklayacaktır Allah. Ana kaynak olan İslâm’dan, 
kökten sapıp gitmelerinin ne demek olduğunu açıklayacaktır. Kimin hak yolda, 
kimin sapıklık yolunda olduğunu ortaya koyacaktır.
26. “Şimdi 
yurtlarında gezip dolaştıkları, kendilerinden önceki nice nesilleri yok etmiş 
olmamız onları doğru yola sevk etmez mi? Bunlarda şüphesiz ibretler vardır. 
Dinlemezler mi?”
         Şimdi bu uyarılar, bu ibretler, 
bu âyetler onlara yol açmadı mı? Yâni bu kâfirler, bu müşrikler hâlâ bir 
gafletin içinde midirler? Kendilerinden öncekilerin başlarına gelenlere 
bakmıyorlar, onlardan ibret almıyorlar mı? Mûsâ (a.s)’a ve İsrâil oğullarının 
durumlarına bakmı-yorlar mı? 
Mûsâ (a.s)’a ve Ona gönderilen kitaba sarılanların Bizim tarafımızdan tüm 
dünyaya imam yapılmaları, lider kılınmaları gerçeği onlara hiçbir şey söylemiyor 
mu? 
Tıpkı onlar gibi yeryüzünde hakim 
bir konuma gelmek isteyen bu insanlar hâlâ bu kitaba yakînen iman etmeye yanaşmayacaklar mı? Bu duruma gelmeden 
istedikleri konumu elde edemeyeceklerinin bir yasa olduğunu anlayamadılar mı? 
Eğer bundan ibret alamadılarsa, bu onlara yol göstermediyse, hiç değilse Bize 
karşı kulluğa yan çizen, kitabımızla ilgilenmeyen, elçilerimizi yalanlayan 
önceki toplumlardan helâk ettiklerimizin çokluğu da onlara rehberlik etmiyor, 
yol göstermiyor? Bu da mı bir şey ifade etmiyor onlar için? Bundan da mı 
gafiller bu adamlar? Onlara karşı kör ve sağır davranıp ta mı Müslüman olmaya 
yanaşmıyorlar? Halbuki:
         Halbuki şu anda bu insanlar, bu 
Mekkeliler, bu dünyalılar onların yurtlarında gezip dolaşıyorlar. Yaptıkları 
yolculuklarında o helâk olmuş toplumların yıkıntıları, harabeleri arasında gezip 
dolaşıyorlar. Onların kemiklerinin üzerine basıp geçmiyorlar mı? Hani bir zamanlar oralarda egemendiler o 
adamlar. Hani güçleri, kuvvetleri, devletleri, saltanatları, boyları postları, 
sarayları vardı. Hani ekonomik, siyasal ve askeri güçlerinden korktukları için 
insanlar onların saraylarının yakın semtine bile varamıyorlardı. Şimdi onların 
kafataslarının üzerinde dolaşmıyor musunuz? Hâlâ ibret almayacak mısınız? 
Muhakkak  ki işte bunlarda sizin için 
âyetler vardır, işitmezler mi? Kulak vermezler mi insanlar bunlara? Haydi bunu 
görmüyorlar, işitmiyorlar, düşün-müyorlar peki şunu da 
mı görmüyorlar bu insanlar?
27. “Kuru 
yerlere suyu gönderip onunla hayvanlarının ve kendilerinin yedikleri ekinleri 
çıkardığımızı görmezler mi? Görmüyorlar mı?”
         Kupkuru, ölü bir toprağa, çorak, 
buzul bir araziye bir su gönderdiğimizde o kupkuru topraktan kendilerinin ve 
hayvanlarının yedikleri ekinleri, bitkileri çıkardığımızı da mı görmez bu 
adamlar? Yanı başlarında olup biten bu gerçeklere karşı kör ve sağır mı 
davranıyorlar? Hiç bakmıyorlar mı? Hiç düşünmüyorlar mı? Hiç akıllarını 
kullan-mıyorlar mı? Kimdir gökyüzünden o hayat kaynağı 
suyu indiren? Kim dir o kupkuru toprağa hayat veren? 
Kendileri mi yapıyorlar yoksa bütün bunları? Bakın körler, akılsızlar diyorlar 
ki:
28. “Doğru söylüyorsanız bildirin 
bu hüküm ne zaman verilecektir?  
derler.”
         Eğer doğru söylüyorsanız, eğer 
Allah varsa, eğer bütün bunları yapan Allah’sa o zaman haydi söyleyin bakalım ne 
zamanmış o fetih? Söyleyin bakalım ne zamanmış Allah’ın hükmü? Ne zamanmış 
peygamberin fethi? Ne zamanmış Müslümanların galibiyeti? Yâni bakın işte şu anda 
bizler sizin inandığınız Allah’ı da, Allah’ın dinini de, Allah’ın kitabını da, 
peygamberini de reddediyoruz. Sizin inandığınız Allah’a kafa tutarak, hayat 
programını reddederek keyfimize göre bir hayat yaşıyoruz. Hani nerede Allah’ın 
vaadi? Hani nerede kaldı bize karşı size yardımı ve desteği? Ne zaman fetih? Ne 
zaman başarınız? Ne zaman diriliş? Ne zaman kıyamet? Ne zaman hesap kitap? Ne 
zaman sorgulanma? Ne zaman helâk? Siz bunları bizim külahımıza anlatın diyerek 
peygamberle ve Müslümanlarla alay ediyorlar hainler.
29. “De ki: 
“Hükmün verileceği gün inkârcılara ne inanmaları fayda verir ve ne de 
ertelenirler.”
         Sen onlara de ki ey peygamberim. 
Sizler de deyin ey Müslümanlar, bilesiniz ki hüküm verileceği gün, Müslümanlara 
fetih verileceği gün artık kâfirlere imanları fayda vermeyecek. Evet fetih günü, 
ayrışma günü, kıyamet günü, helâk günü, azap günü, diriliş günü, mahşer günü, 
hesap günü artık kâfirlere inamları hiç bir fayda sağlamayacak. O gün mecburen 
iman edecekler ama geçmiş olsun. O gün artık Allah onlar hakkında hükmünü, 
kararını verecektir. Artık o gün ne imanın, ne de mâzeretin bir faydasını 
göremeyecekler. Kitabımızın başka âyetlerinin beyanıyla kâfirler ölürken iman 
edecekler faydası yok, kabirde iman edecekler faydasız, Mahşer yerinde, hesabın, 
Mizanın başında iman edecekler faydasız, cehennemi boylayınca iman edecekler 
faydasız. 
Öyleyse ey insanlar, gelin imanın 
fayda vereceği bu dünyada iman edelim. Gelin faydası olmayacak bir iman yerine 
faydalı olacak bir imandan yana olalım. Eğer bu dünyada iman eder ve iman 
kaynaklı bir hayat yaşarsak dünyamız da güzel olacak, âhiretimiz de güzel olacaktır. Ama Müslümanlığı ölümden 
sonraya bırakırsak ebedîyen kaybetmiş oluruz Allah 
korusun.
30. “Ey 
Muhammed! Onları bırak, bekle; zaten onlarda senin âkıbetini 
beklemektedirler.”
         Ey peygamberim ve ey peygamber 
yolunun yolcusu Müslümanlar, sizler onlara karşı görevinizi yapıp onları bu 
Allah âyetleriyle uyardıktan sonra bırakıverin onları. Gönül huzuru içinde 
onların âkıbetlerini bekleyin. Aldırmayın onlara. Zaten onlar da sizin 
âkıbetlerinizi beklemektedirler. Onlar da sizin helâkinizi beklemektedirler. 
Bekleyin göreceksiniz. Yaşadığınız Müslümanca bir 
hayatın sonunda dünyadaki başarılarınızı onlar görecek, sizler de yaşadıkları bu 
pis hayatın sonunda onların rezilliklerini, rüsvalıklarını, helâklerini 
göreceksiniz. Onlar sizin öbür taraftaki başarılarınızı, cennetlerinizi, sizler 
de onların helâklerini, cehenneme yuvarlanışlarını göreceksiniz. 
Yâni bu 
konuda bir sabırsızlık göstermenize hiç de gerek yoktur. Bırakın onları kendi 
pis hayatları içinde de kendinizi düzeltmeye bakın. Allah yakında onların 
belâlarını verecek ve onlara karşı size fetihler nasip edecektir. 
Bu sûre de 
burada sona eriyor. Rabbim gereği gibi iman edip amele dönüştüren kullarından 
eylesin. Ve âhiru dâvana enilhamdü lillahi Rabbil’âlemîn.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder